24 Nisan 2007 Salı

Kilimanjaro Karlari Nil’e Karisacak

>


Uzmanlar, kuresel isinma nedeniyle Afrika’da ekvator bolgesindeki karli zirvelerin 20 yil icinde eriyecegi uyarisi yapti.

NEW YORK - Kongo ile Uganda sinirindaki Rvenzori Daglari, esi bulunmaz bir bitki ve hayvan hazinesine evsahipligi yapiyor. Bu daglar, dunyada kalan dort tropik buzullarindan biri. Ancak 20 yila kadar tum buzullar Nil Nehri’ne karisacak. Bilim ekibi ayrica 1960’lardan bu yana yukselen sicakliklara karsin buharlasmada bir degisiklik olmadigini gosterdi.


Rvenzori Daglari'nin en yukseklerinden Stanley Tepesi; Afrika'nin sicagina inat yuzyillardir duran kar ortusu, kuresel isinma nedeniyle 20 yila kadar sonsuza dek yok olacak.


Ingiltere’den University College London ve Uganda’dan Makerere University uzmanlarinin yaptigi arastirmaya gore, Afrika’da yuzyil once 6.5 kilometre kare olan buzul alandan kuresel isinma nedeniyle geriye sadece 1 kilometre kare kaldi. Buzullar, her yil 10 metre cekiliyor; bilim insanlari buzul bolgenin 1987-2003 arasinda yari yariya eridigini ortaya cikardi.


Ernest Hemingway'in unlu oykulerine konu olan Kilimanjaro'nun karlari eriyecek.


Bilim insanlari, Rvenzori tepelerindeki buzullarin 20 yil icinde eriyebilecegini tahmin ediyor. Arastirma ekibinin basi University College London profesoru Richard Taylor makalesinde soyle yaziyor, “Tropik buzullarin erimesi kuresel isinmanin yeryuzundeki etkileriyle ilgili bir mesaj veriyor, insanlik bunu gormeli. Kuresel isinmanin gercek olup olmadigi hakkinda bilim dunyasinda bir tartismadir gidiyor, iste yukselen sicakliklar Afrika’daki zirve buzullarini, unlu Kilimanjaro Tepesi dahil, eritiyor.”

IRONIK AMA ACI, AFRIKA ISINMANIN ESAS KURBANI
Sanayi alaninda cok gelismedigi icin kuresel isinma nedeni karbon diyoksit gazini en az salan kita olmasina karsin, kuresel isinmadan en cok Afrika etkilenecek.


Buzullarin erimesi ayrica, buzularin kutsalligina dair inanislari olan bolgedeki yerlililerin inanclarini sarsacak. Daha da kotusu, yukselen sicakliklar sineklerin daha genis alanlara yayilmasina neden olacak, bu da bolgedeki sitma vakalarinin da artmasina yol acacak. Afrika toplumlari, 1970’lerden bu yana bir nebze kontrol altina alinan sitmanin yeniden kitlesel bir problem haline gelmesinden olumsuz etkilenecek.

Kaynak: Geophysical Research Letters dergisi.

Mercan Kayaliklari da Bitti!

>
Bilimadamlari okyanuslarin sicakliginin artmasiyla, dunyanin en nadide mercan kayaliklarininin yok olacagini acikladilar.
Okyanuslardaki isinmanin mercan kayaliklari ve deniz canlilari uzerindeki etkisini incelemek uzere uluslararasi bir ekip tarafindan Seysel Adalari’nda 21 alan ve 50 bin metrekarelik mercan kayaliklarinda 1994 ile 2005 arasinda yapilan arastirma sonuclari dun yayimlandi.

Avustralya ve Seysel Adalari'ndan arastirmacilarin bulundugu ve Ingiltere’deki Newcastle universitesinden Nick Graham baskanligindaki ekibin Amerikan Bilimler Akademisinin yillik dergisinde yayimladiklariarastirma sonuclari, mercan kayaliklarinin buyuk bir bolumuyle deniz canlilarinin bircogunun bir daha ortaya cikmamak uzere yok olabilecegini ortaya koydu. Hint Okyanusu yuzeyindeki sicakligin 1998�de esi benzeri gorulmedik bicimde arttigini saptayan ekibin arastirmasinda, bu sicaklik artisinin cok sayida mercan resifinin yeniden ortaya cikmasini engelleyerek, kisa ve uzun vadede yikici etkileri oldugunun belirlendigi kaydedildi. Incelenen mercan kayaliklarinin buyuk bir bolumunun yok oldugu ya da yosunlarla kaplandigi, mercanlarin yok olmasinin cesitli deniz canlilarini onemli bir barinak ve beslenme kaynagindan mahrum biraktigi belirtilen arastirmada, incelenen bolgedeki mercanlardan geriye 2005 yili itibariyla sadece yuzde 7,5�unun kaldigina dikkat cekildi.

Balik turleri de yok oluyor
Sicaklik artisindan en cok etkilenen bolgede balik turleri cesitliliginin yuzde 50 oraninda azaldigi belirtilen arastirmada, 1998’den hemen sonra kucuk balik turlerinin daha hizli yok oldugu ve bu turlerin azalmasinin besin zinciri uzerinde kalici etkisinin de gorulmeye basladiginin alti cizildi. Arastirmacilar, otobur baliklarin sayisindaki azalmanin da endise verici oldugunu, cunku bu baliklarin mercanlari bogdugu bilinen yosunlari yiyerek, yosun yayilmalarini onlemek gibi onemli bir rolleri bulundugunu belirtiyor.

Bolgede halihazirda 4 balik turunun bir daha ortaya cikmamak uzeresoyunun tukendigine isaret eden arastirmada, 6 balik turunun de yok olma riskiyle karsi karsiya bulundugunu kaydedildi. Nick Graham da aciklamasinda, ‘Belki de bu mercan kayaliklarinin bircogunu kurtarmak icin cok gec, ama bu arastirma, sera etkisi yaratan gazlarin atmosfere salimini ve bu gazlarin gezegenin cok cesitli ekosistemleri uzerindeki etkilerini azaltmanin onemini ortaya koyuyor’ uyarisinda bulundu. Denizin tropikal ormanlari olarak anilan mercan kayaliklari, bircok canliya besin kaynagi ve barinma imkani sunuyor ve boylece biyolojik cesitliligin korunmasina katkida bulunuyor.

Yeni Deprem Habercileri!

>Kiyi bolgelerdeki dogal klorofil pigmenti konsantrasyonlarinin depremlerden once artis gosterdigi tespit edildi. Klorofil artisi, gunes enerjisini fotosentez yoluyla kimyasal enerjiye donusturen planktonlarin yesillenmesiyle ortaya cikiyor. ABD ve Hindistan'dan ekiplerin arastirmasinda, son donemde gerceklesen dort buyuk depremden once okyanus kiyilarinda meydana gelen hareketlilik uydu goruntuleriyle incelendi.

Arastirmalarini 'Advances in Space Research'te yayimlayan ekip, klorofil artisinin takip edilmesinin olasi depremlerin merkez ussu hakkinda onceden bilgi verebilecegi sonucuna vardi.

Bilim adamlari, klorofil yesillenmesinin depremlerden once meydana gelen termal enerji salinimiyla iliskilendirilebilecegini dusunuyor. Bu durum, deniz yuzeyinde sicakligin yukselmesine neden oluyor ve enerjiyi buharlasma yoluyla yuzeyden havaya veren gizli sicak akintilari artiriyor.

Tektonik hareket isitiyor

Olayin donusunde akinti daha da cogaliyor ve soguk, besleyici degeri yuksek su, denizlerin derinliklerinden yuzeye tasinmis oluyor.
Bu akinti fitoplankton uretimini buyuk miktarlarda artiriyor ve klorofil, ozellikle de klorofil-a tipi konsantrasyonlarin yukselmesi olarak gorulebilecek yesillenmeye yol aciyor.

Tektonik tabakalarin hareketi deniz dibindeki karalarin isisini okyanus isisinin iki katina cikariyor ve planktonlara buyuyup gelisebilecekleri bir ortam hazirliyor.

Anormallik var

Hindistan'daki Kanpur Teknoloji Enstitusu'nden Dr. Ramesh Singh, "bilim adamlarinin, klorofil-a gidisatinda bu kadar anormallik olabilecegini tahmin ettiklerini sanmiyorum" diyor.

"Eger bir deperemin merkez ussu okyanus kiyisina cok yakin bir yerdeyse, klorofil-a konsantrasyonlarindaki anormallik kiyi seridinde acik olarak gorulebiliyor."

Depremler incelendi

Arastirmacilar, calisma icin 2001'de Hindistan'in Gujarat bolgesinde, 2002'de Cezayir'de, yine 2002'de Andaman Adalari'nda ve 2003'te Iran'in Bem kentinde meydana gelen depremleri inceledi.

Uydu goruntulerini ve deniz suyu sicakliklarinda meydana gelen artislari takip eden bilim adamlari, klorofil artisi ve olasi bir deprem arasinda baglanti kurdu.

Dongude Kaybolan Karbon

>
Fosil yakitlara duskunlugu nedeniyle insanoglu, atmosfere karbon dioksit yukleyip duruyor. Neyse ki, ormanlar ve okyanuslar bu karbon dioksiti topluyor. Peki, gezegenimizde karbonun geri donusumunu saglayan karmasik sistem islemez hale gelirse ne olacak?


Rakamlar, 21. yuzyilin basi icin beklenmedik oranda dusuk: Milyonda 360 birim, yani kuresel ortalamadan on birim az. Bu, agaclarin isi. Gunesin keyfini surerken, karbon dioksit soluyor ve bunu yaprak, dal ve govdeye donusturuyorlar.


Cam, mese ve akcaagaclarla kapli bu kucuk arazi, bir yandan gelisimini surdururken diger yandan da insanligin neden oldugu kuresel degisimin etkilerini kucuk bir oranda ve kismen de olsa tersine ceviriyor. Arabanizi calistirin, bir lamba yakin, termostati ayarlayin –yaptiginiz neredeyse hemen her seyle atmosfere karbon dioksit ekliyorsunuz.


Endustri dunyasina guc kazandiran komur, petrol ve dogalgaz bitkilerin yuz milyonlarca yil once soludugu karbonu iceriyor –gunumuzde bacalar ve egzoz borularindan cikan bu karbon, azgelismis ulkelerde tarim alani acmak icin yakilan ormanlardan aciga cikan karbon gaziyla birleserek atmosfere geri donuyor. Karbon dioksit, atmosferin isi tutma yetisini artiran ve insan faaliyetlerinden kaynaklanan gazlar listesinde ilk sirada. (Buyukbas hayvanlar, pirinc tarlalari ve dolgu alanlarindan aciga cikan metan gazi ile bazi buzdolaplari ve sogutuculardaki kloroflorokarbon ise diger ornekler.) Buzullarin erimesi, baharlarin daha erken baslamasi ve ortalama kuresel sicakligin istikrarli artisi, yaklasan tehlikenin habercilerinden birkaci.


Aslinda durum daha da kotu olmaliydi. Insanoglu atmosfere her yil 6,5 milyar tonu fosil yakitlardan ve 1,5 milyar tonu da ormansizlasmadan kaynaklanmak uzere toplamda yaklasik 8 milyar ton karbon yukluyor. Ancak bu toplamin yarisindan biraz azi –3,2 milyar ton karbon– gezegeni isitmak uzere atmosferde kaliyor. Peki kaybolan karbon nerede? Harvard Universitesi'nden atmosfer bilimci Wofsy, “Dusundugunuzde bu aslinda cok esrarengiz bir olay” diyor. Duruma bakilirsa, Wofsy'nin Harvard Ormani'ndaki arastirma alani, doganin derin derin nefes aldigi ve bizi bizden kurtarmamiza yardimci oldugu tek yer degil. Ormanlar, cayirlik araziler ve okyanuslar da karbon kuyusu gorevi ustleniyor olmali. Tumu, aciga cikardigimiz karbon dioksitin yaklasik yarisini alip atmosferde birikimini ve iklim uzerindeki etkilerini yavaslatiyor.


Kim sikayetci olabilir ki? Simdilik hic kimse. Ancak sorun su; uzmanlar ne bu lutfun surekliliginden ne de yerkure isinmaya devam ettikce ormanlarin ve diger ekosistemlerin karbon kuyularindan karbon kaynaklarina donuserek atmosfere emdiklerinden daha cok karbon salmaya baslayip baslamayacagindan –bu lutfun bir lanete donusup donusmeyeceginden– emin olabiliyor. Bu kuskular, kayip karbonun izindeki arastirmacilari ormanlar ve otlaklara, tundralar ve denizlere yoneltiyor.


Ufalanan Tepeler

Ruzg�r ve yagmur Karayip adalarindan Guadelup'taki Grande-Terre kirectasi tepelerini yavas yavas kemiriyor; kayalardan koparak suya karisan karbon zamanla karbon dioksite donusuyor ve yeniden havaya gidiyor. Karalara oranla okyanuslar daha buyuk miktarda karbon emiyor ve suda cozunen karbonun onemli bir bolumu sonunda istiridye, tarak ve mercan gibi deniz canlilarinin kabuk yapisina katiliyor. Bu kabuk kalintilari kita sahanliklarinda ve derin okyanuslarin daha sig, daha ilik kesimlerinde birikiyor. Birkac milyon yili bulan bir donem sonunda tortular katilasarak kirectasina donusuyor. Yerkabugundaki oynamalarin kirectasi birikintilerini suyun disina itmesiyle birlikte Grande-Terre gibi yukseltiler olusuyor ve bu yukseltilerdeki karbon bir kez daha ufalanip asinmaya maruz kaliyor.



Curume Sanati

Amazon ormani (Brezilya) zeminindeki yapraklari bir dantel gibi sararak yayilan mantar. Karbon temelli maddenin curuyusune ve yok olusuna ozgu gunluk dramin parcasi olan bir manzara bu. Bakteri ve mantarlar karbon dongusunde onemli rol oynar ve atmosfere yeniden karisan karbon dioksitin buyuk bolumunun aciga cikmasina neden olur. Bakteri ve mantarlar yere dusen yaprak ve odunsu maddelerle beslenirken, bu maddelerin icindeki karbon dioksiti aciga cikarir. Karbon dioksitin havaya yayilmasinin bir baska yolu da bitki ve hayvan solunumudur.



Karbonun En Hasi

Yasamin temeli olan karbon, mikroskobik planktonlardan gorkemli kambur balinalara (yukarida) kadar her organizmada bulunur; Newfoundland aciklarindaki soguk Atlantik sularinda karbon dongusunun islerlik kazanmasinda her iki canli turu de onemli rol oynar. Ilkbaharda suyun yuzeyine ususen fitoplanktonlar, fotosentez yoluyla atmosferden cok buyuk miktarda karbon dioksit emer. Ardindan bu ufacik su bitkileri, Newfoundland kiyilarindaki sularda yumurta doken kapelin adli kucuk balik gibi canlilar icin okyanus besin zincirinin baslangicini olusturur. Balinalar bu baliklarla beslenir. Olen bir balinanin lesi dagilip ayristiginda, aciga cikan kalan karbon yeniden karbon dongusune katilir.



Karbondioksit Iceri, Oksijen Disari

Porto Riko yagmur ormanlarinin bu gur kesiminde her bitki, gece gunduz demeden atmosfer ve topraktan karbon dioksit alir. Yasamin en temel unsuru karbonu aldiklari kaynaklar bunlardir. Can alici biyolojik karbon dongusu fotosenteze, yani bitkilerin karbon dioksiti ve suyu doku yaratmak icin gerekli karbon temelli karbonhidratlara donusturmek uzere gunes enerjisini kullanmalarini saglayan surece baglidir. Bu kimyasal tepkimede oksijen aciga cikar ve boylece hayvanlarin solumasi icin atmosfere birakilir. Bitkiler cogu kez onlarca yili bulan bir sure boyunca karbonu dokularinda hapsetmekle, karbon dongusunun dengesinin saglanmasina katkida bulunur.



Yangina Korukle Gitmek

Karbonun atmosfere donusunu saglayan sureclerden hicbiri yanma kadar carpici degildir. Ister odun komuru uretmek uzere kutukler atese verilsin (yukarida), isterse de bir enerji jeneratorunu calistirmak uzere komurler tutusturulsun, yanmanin getirdigi sonuc degismez. Insanlar binlerce yildan beri agaclari kesip yaktilar; ama sanayi devrimi oncesi toplumlar asla atmosfere kuresel karbon dongusunu bozacak olcude karbon dioksit katmadilar. Dongunun dengesinin bozulmasi tehlikesini doguran sey daha cok yakin donemde komur, petrol ve dogal gazin, yani tarihoncesi karbon yataklarinin kullanilmasidir. Sanayilesmis toplumlarin 250 yil once ortaya cikmasindan bu yana fosil yakit kullanimindan aciga cikan karbon dioksitin yarisi son 30 yilin eseridir. Atmosfere yuklenen karbon dioksit molekullerinin isiyi hapsedebilme ozelligi dogal sera etkisini guclendirir ve bunun sonucunda atmosferin yansittigi isinin yeryuzune donmesi sicakligi yukseltir. Dunya enerji konusunda komur, petrol ve gaza bagimliligini azaltmadigi surece, cogu bilim insanina gore dunya iklimi degismeye devam edecek; boylece deniz seviyeleri yukselecek; sel ve kurakliklar daha da asiri boyutlara varacak. Karbon dongusunun nasil isledigini ogrenmenin kamusal bir gorev haline gelmesinin nedeni iste budur.



Bunu Biliyor muydunuz?

Beton sadece dunyada en yaygin kullanilan yapi malzemesi degil, ayni zamanda insan yapimi kati malzemelerden en bol bulunanidir. Yeryuzunde her yil kisi basina yaklasik iki ton beton uretiliyor. Betonun ana bilesenlerinden biri, agrega olarak bilinen ufak tas parcalarini birbirine baglayan cimentodur. Cimento uretiminin yan urunlerinden biri ise bir sera gazi olan karbon dioksittir. Her gecen yil cimento uretimindeki artisla birlikte ortaya cikan karbon dioksit miktari da artiyor. Dunyada yillik cimento uretimi yaklasik 1,8 milyar tonu buluyor. (Cin 700 milyon tonu askin uretimle basi cekiyor.) Bunun sonucunda 1,5 milyar tona yakin karbon dioksit atmosfere yukleniyor. Sirketler artik cevre dostu cimentolar uretmek icin arastirma gelistirme calismalari yapiyor. Karbon temelli hammaddelerin daha az kullanilmasi ve uretimde yakit ile isitmayi gerektiren teknolojilere daha az basvurulmasiyla yeni urunlerin daha az karbon dioksit aciga cikaracagi dusunuluyor.

Minik ’Vernanimalcula’ Canli Evrimin Tarihini Degistirdi

>

Minik ’Vernanimalcula’ Canli Evrimin Tarihini Degistirdi


Karmasik yapili hayvanlarla ilgili evrim surecinin erken Kambriyen donemde yasanan bir patlamayla birlikte basladigi sanilmaktaydi. Ne var ki, 2004 yilinda mikroskobik boyutlu Vernanimalcula’nin bulunmasi karmasik yapili hayvanlarin koklerinin Kambriyen doneminden de oncesine uzandigini ortaya koyuyor.

Hayvanlarin evrimi, paleontoloji, yani eski canlilar bilimiyle ugrasan paleontologlarin ana arastirma konularindan biridir. Canlilarin evriminde onemli bir asama, iki yanli, bilateral, veya simetrik canli yapisinin ortaya cikisidir. Bu konuda ozellikle Cin’in bazi bolgeleri, paleontologlarin tam bir av sahasi gibidir.. Size simdi paleobiyolog (eski canlilar biyologu) David J. Bottjer’in Scientific American dergisinde yayimlanan simetrik canlilarin cok ilginc kesif oykusunun ozetini sunuyoruz...



Aracin uzaklasarak gozden yitisini izledigimiz sirada, Cin Bilim Akademisi paleontoloji uzmanlarindan Jun-Yuan Chen, "O kamyonda bir ’bilaterian’ var," dedi.

Chen’in yani sira, Guney Kaliforniya Universitesi’nden Stephen Q. Dornbos ve David J. Bottjer, 2002 yilindan beri Guizhou’da yeryuzunun en eski hayvanlarinin mikroskobik fosil orneklerini izini surmekteydiler.

Bilateral simetri

Daha kesin bir deyisle, bilaterian bir canli orneginin pesindeydiler.

Bu ne demek?

Bilateral simetri, yani bedenin tam ortasindan gecen bir duzlemin canliyi iki es yariya ayirdigi simetrik tur. Bu turun ortaya cikisi, yasamin gecmisinde can alici bir adim sayilir.

Ilk cok hucreli hayvanlar bilateral simetriye sahip olmayan, olustuklari akintilardaki yiyecek parcaciklarini filtreden geciren sunger benzeri bakisimsiz (asimetrik) su canlilariydi.

Oysa, cnidarian’lar biraz daha karmasik bir yapiya sahipti ve avlarini sokarak hareketsiz kilan ozel hucreleri vardi.

Bilateral, yani cift yanli canlilar, kurtlardan insanlara tum canlilari icine alan bir tur.

Ne zaman ortaya ciktilar?

Bunlarin tumu de yasamlarinin belli bir asamasinda bedenlerinin sag ve sol yarilarinin bakisimli olmasinin yani sira, genelde agiz, bagirsak ve makattan olusan cok katmanli bedenleriyle dikkat cekiyor.

Bu tur bakisimli canlilarin buyuk bir cogunlugu, Kambriyen Patlama adi verilen daha gec bir donemde ortaya cikmakla birlikte, birkac yil oncesine dek bunlarin yeryuzunde ilk kez 555 milyon yil kadar once boy gosterdikleri yonunde bir gorus egemendi.

Elimizde daha erken donemlere ait fosillerin bulunmamasi bu "patlamayi" tetikleyen etmenlerin ne oldugu konusundaki goruslerin sinanmasini olanaksiz kildi.

Gelgelelim, son bes alti yilda yapilan arastirmalar bu konuda uzun suredir yaygin olan gorusun degismesine ve karmasik yapidaki canlilarin Kambriyen patlamadan en az 50 milyon yil once ortaya ciktiklari yonunde bir kaniya yol acti.

Molekuler saatler

Molekuler cozumleme, ozellikle de molekuler saat adi verilen bir yontem ilk canlilarin ortaya cikisiyla ilgili yeni dusunce biciminin belkemigini olusturmaktadir.

Saat fikri kimi evrimsel degisimlerin belli bir hizla meydana geldigi varsayimina dayanir. Soz gelimi, milyonlarca yillik bir sure icinde degisinimler sabit bir hizla genlerin DNA’siyla birlesirler.

Oyle ki, canlilarin DNA’larindaki farkliliklar iki soyun ortak atalarindan ayrilip kendi yollarinda gittikleri ve kendilerine ozgu degisinimleri barindirdiklari tarihin olculmesinde bir "saat" islevi gorebilirler.

Bellibasli hayvan gruplarinin ne zaman ortaya ciktiklarinin belirlenmesi amaciyla, Duke Universitesi’nden Gregory Wray ve arkadaslari omurgalilari esas alan bir molekuler saat hizindan yararlandilar. 1996 yilinda yayimlanan arastirma sonuclari bilaterian’larin kokleri 1,2 milyar yil kadar onceye uzanan cok daha ilkel hayvanlardan ayrilarak farkli bir tur olarak ortaya ciktiklari yonundeydi.

Ortak ata

Molekuler saat yonteminden yararlanan daha sonraki arastirmalar da belirgin bir farklilik gosteren bu bolunmeyle ilgili olarak bir milyar yil ile Kambriyen doneminden hemen oncesi arasinda degisen tarihler ortaya koydular.

Sonuclar arasindaki bu tutarsizlik dogal olarak yontemin guvenirligi konusunda birtakim kuskulara yol acti. Dartmouth College’den Kevin Peterson ve arkadaslari tarafindan kisa bir sure once yapilan arastirmada da bu kaygilara dikkat cekildi.

Peterson ve arkadaslari arastirmada omurgasizlardan turetilen ve omurgalilarin esas alindigi molekuler saatten daha yavas olan bir hizdan yararlandilar.

Soz konusu arastirma bilaterian hayvanlarin son ortak atasinin cok daha yakin bir gecmise uzandigini, ancak bu tarihin yine de Kambriyen patlamanin oncesine, 573 ile 656 milyon yil kadar oncesine denk dustugunu gostermekteydi.

Ne var ki, bu tarih bile kimi tartismalarin patlak vermesine neden oldu. Bilaterian’larin ne zaman ortaya ciktiklari konusunda kesin kanitlarin ancak gercek fosiller yoluyla elde edilebilecegi artik acikca bilinmekteydi. Bu gercegin isiginda tasilbilimciler kollari sivayip Kambriyen doneminden eskilere uzanan fosillerin izini surmeye basladilar.

Minik Bir Fosilin Tarihteki Yeri

>

Minik Bir Fosilin Tarihteki Yeri


Karmasik yapili hayvanlarla ilgili evrim surecinin erken Kambriyen donemde yasanan bir patlamayla birlikte basladigi sanilmaktaydi. Ne var ki, 2004 yilinda mikroskobik boyutlu Vernanimalcula’nin bulunmasi karmasik yapili hayvanlarin koklerinin Kambriyen doneminden de oncesine uzandigini ortaya koyuyor.



En onemli sorun

Bu tur canlilarin bulunmasinda yasanan en onemli sorunlardan bir tanesi bunlarin minerallesip fosile donusebilen iskeletlerden yoksun olmalari. Oyle olunca da arastirmacilar, kayanin ve ona ozgu kimyasal sureclerin turune bagli olarak, kalintilarin en ince ayrintilarinin bile hic bozulmadan saklandigi ender cokeltilere bel baglamak zorunda kaliyorlar.

Bu cokeltiler Almanca "ana damar" anlamina gelen lagerstatten adiyla biliniyor. Yumusak dokuyu koruyan bu tur ana damarlara cok ender rastlaniyor. Yeryuzunun farkli bolgelerine dagilmis olan bu tur birkac duzine ana damardan en cok bilineni Almanya’daki Solnhofen kirectasidir. En eski kus fosili oldugu sanilan 150 milyon yillik Archaeopteryx ornekleri burada bulunuyor.

Ilk kanitlar

Daha eski bir cokelti olan ve Stephen Jay Gould’un yazilariyla un kazanan Britanya’daki Burgess sisti Kambriyen doneme ait eski okyanuslarda yasayan yumusak bedenli bir yigin gizemli canli orneklerini barindiriyor.

Burgess sistinden daha da eski bir ana damar da Cin’in Yunnan eyaletinde yer alan ve kisa bir sure once yine Kambriyen patlamasina ozgu ozellikler tasiyan yumusak bedenli cok sayida canli orneginin su yuzune cikartildigi Chengjiang bolgesi.

Bunun disinda adini ilk ornegin bulundugu Ediacara Tepeleri’nden alan Ediacara ana damari da, Kambriyen oncesi donemden ilginc fosiller ve ilk bilaterian’larla ilgili kanitlar barindiriyor.

1998’de paleobiyoloji uzmanlarindan olusan iki farkli grup bir baska Kambriyen oncesi ana damar olan Guney Cin’in Guizhou bolgesinde yumusakcalardan olusan olaganustu ornekler ortaya cikardi. Bu orneklerin bulundugu tortularin buyuk bir bolumu fosillerdeki yumusak dokularin yerini alan kalsiyum fosfat (apatit) mineralinden olusuyor.

En son arastirmalar bu kayaliklarin Ediacara direy-biteyinden cok daha eski olduklarini, buyuk bir olasilikla 500-600 milyon yil oncesine uzandiklarini ortaya koyuyor. Bu da barindirdiklari mikrofosillerin Kambriyen donemden 40-55 milyon yil once yasadiklari anlamina geliyor.

Cin’e yolculuk

Hayvanlarin kokenleriyle ilgilenen arastirmacilar Doushantuo Olusumu’nun bilaterian yasaminin ilk evrelerine isik tutabilecegini kavramakta hic gecikmediler.

Boylece, 1999 yilinin guzunde Eric Davidson onderligindeki bir grup arastirmaci mikrofosilleri incelemek uzere biraraya geldiler. Arastirmacilar arasinda Doushantuo’daki yumurta ve embriyonlar konusunda ilk kez bilgi veren Chen ve Chia-Wei Li de vardi.

Ilk incelemeler siyah renkteki oldukca ince tortu katmaninin mikrofosiller acisindan en zengin kaynak oldugunu ortaya koydu. Bolgedeki baska arastirmacilar kayayi asitle cozerek fosfatlasmis minik fosilleri ortaya cikarmislardi.

Ne var ki, asitle cozme yontemi hedeflenen siyah kayada ise yaramadi. Bu yuzden arastirmacilar farkli bir yontem uygulamak zorunda kaldilar. Siyah kayadan buyuk yiginlar toplayip bunlari Chen’in Nanjing Yerbilim ve Tasilbilim Enstitusu’ndeki laboratuvarina goturduler.

Laboratuvarda ornekler binlerce parcaya bolundu. Bu parcalar yari saydam denilebilecek incelikteydiler ve cam saydamlarin uzerine yerlestirildiklerinde mikroskopla incelenebiliyorlardi.

Aranan bulunuyor

Bu binlerce saydamin incelenmesi yillar aldi ve sonucta bir yigin yumurtayla embriyon ortaya cikti. Elde edilen bulgular daha once bildirilen minik eriskin sungerlerle cnidarian’larin varligini kanitlamis oldu.

Gelgelelim, arastirmacilarin gercek hedefi bilaterianlardi. 2003 yazinda tum dikkatler karmasik morfolojik nitelikleriyle ozellikle kafa karistiran bir mikrofosil turune odaklandi. 10,000 ornek icinde bu turun topu topu 10 ornegi bulunabildi.

Aylarca suren incelemeler sonunda, 2004’un baslarinda bu minik organizmanin bir bilaterianin temel ozelliklerini tasidigi sonucuna varildi. Aranan bulunmustu!

Minik pinar hayvani

Eni 100 ile 200 mikron arasinda degisen bu mikroskobik fosiller olaganustu karmasik bir yapiya sahipti ve icinde uc ana doku katmani (ic deri, orta deri ve dis deri) ile agiz, bagirsak, makat ve cifte beden oyuklari barindirmaktaydi.

Oval biciminde, minik bir sekerlemeyi andiran bu yaratik bir olasilikla deniz dibini tarayarak beslenmekteydi. Oval bedeninin bir ucundaki agiz mikroplari tipki bir elektrikli supurge gibi emmekteydi. Agzin her iki yanindaki cukurlar muhtemelen duyu organlariydi.

Bulunan bu yaratiga "minik pinar hayvani" anlamina gelen Vernanimalcula adi verildi. Bu adla gezegenimizin buzullarla kapli oldugu doneme bir gonderme yapilmaktaydi. Bu canlilari barindiran kayalar son buzul cagini simgeleyen kayalarin az ustundeydi.

Minik bir pinarin kaliti

Vernanimalcula’da gorulen turdeki dirimsel karmasiklik bu minik canlinin yasadigi 580-600 milyon yillik dunyamizdan cok daha onceki bir evrim donemine isaret ediyor.

Cunku, onun boylesine bakisimli ve karmasik bir yapiya bir anda kavusmus olmasi dusunulemez. Bu yuzden onun atalariyla ilgili daha ayrintili ipuclarinin elde edilmesi icin daha eski ana damarlarin bulunmasi gerekiyor.

Bu turun soyundan gelenlerin ne oldugunun kavranmasi icin arastirmacilarin zaman surecinde yol almalari da gerekiyor. Vernanimalcula ile 40-55 milyon yil sonraki Kambriyen patlamasinin canlilari arasindaki boslukla ilgili bilgiler oncelikle Ediacara doneminin direy ve biteyini iceren ana damarlarla ilgili arastirmalardan geliyor.

Queen’s Universitesi’nden Guy Narbonne ve arkadaslari tarafindan elde edilen yeni bulgular bu canlilarin 575 milyon yil once yasadiklarini dogruluyor.

Ne var ki, yalnizca 555 milyon yillik ya da daha eski orneklerde bilaterian ozelliklere sahip olan fosillere tanik olunmaktaydi. Minik Vernanimalcula’nin tersine, Ediacara bilaterianlari makroskobik canlilardi.

Yumusakcalarin atasi

Kimberella gibi, yaklasik 10 santimlik bu yumusak bedenli deniz canlilari gunumuzde istiridye, salyangoz ve murekkepbaliginin da aralarinda oldugu yumusakcalarin atasi olabilir. Mikroskobik bilaterianlarin daha iri Ediacara canlilariyla birlikte yasayip yasamadiklarinin anlasilmasi icin o doneme ait bir fosil yataginin bulunmasi gerekiyor.

Vernanimalcula’nin atalari ve torunlariyla ilgili olarak henuz kesin bir bilgiye sahip olmasak da, bu minik fosiller evrim surecinde atilan onemli bir adimi gozler onune seriyor. Bunlar bilaterianlarin iri bedenlerden once karmasik yapida bedenler olusturma yetenegine sahip olduklarini ortaya koyuyor.

Bilim insanlari simdilerde bu canlilarin bedenlerinin neden sonradan buyudugunu arastiriyorlar. Bu konuda en olasi aciklama deniz suyundaki erimis oksijen miktarindaki belirgin artis olabilir. Solunumda oksijen artisi buyumeyle ilgili kisitlamalari ortadan kaldiriyor.

Vernanimalcula tasilbilimcileri dogal olarak yumusak bedenli hayvan fosilleri aramaya itiyor. Bu konuda ogrenilmesi gereken daha bir yigin sey olmakla birlikte, simdiye dek yapilan incelemeler en azindan karmasik yapidaki canlilarin cok daha uzun bir gecmise dayandiklarini ve Kambriyen doneminin bir patlamadan cok hayvan yasaminin yeserdigi bir donem oldugunu ortaya koyuyor.

Jeolojik Zamanlar

>Jeolojik Zamanlar Dunyanin yaratilisindan bu yana gecen zaman. Bu konu ve dunyanin yasi insanlarin en cok ilgi duydugu konulardan birisi olmustur. Eski muneccimler, yani o zamanin astronomlari dunyanin yasi icin gezegenlerin sayisi kadar bin sene ve sadece yedi gezegen bilindigi icin toplam 7000 sene demislerdir. Tarihlerin cogunda yazili bulunan ve bazi din kitaplarina da gecmis olan yedi bin sene, buradan gelmektedir. Bazilari burc sayisinca bin sene, yani 12.000 sene, bazilari da meridyen sayisinca bin sene, yani 360.000 sene demislerdir. Endulus alimlerinden Ebu Abdullah Kurtubi’nin Tezkire’sinden Abdulvehhab-i Sarani’nin hulasa ettigi Muhtasar isimli kitapta ise, 360.000 x 360.000 = 129.600.000.000 sene oldugu yazilidir. Bunlarin hepsi zandan oteye gitmemektedir. Idris aleyhisselamin; “Bizler peygamber oldugumuz halde, dunyanin yasini bilemedik.” buyurdugu nakledilir.

Yirminci yuzyilin baslarinda dunyanin yasi, yer kabugundaki erozyon ve tabakalasmanin incelenmesiyle tahmin edilmeye calisildi. Bu calismalardan yasin birkac yuz milyon sene oldugu ileri surulmustu. Ancak, daha sonra 20. yuzyilda radyoaktivitenin kesfi, tabii izotoplari incelenen kayaclarin yasinin bulunmasina imkan sagladi. Kayaclar, mineral topluluklaridir. Tek bir mineralin cok sayida birikmesinden veya cesitli mineral ve tas parcaciklarinin bir araya gelmesinden meydana gelirler. Kayac terimi, “kulte” olarak da kullanilmaktadir. Bu calismalardan dunyanin yasinin 4 milyar senenin uzerinde oldugu cikarildi. Dunyanin omrunun son % 10’luk kismindaki gelismeler, fosiller incelenerek tahmin edilmesine ragmen, geri kalan kisim icin radiyoaktif metotlara ihtiyac vardir. Bu konuda uygulanan birkac tur metod mevcuddur. Bunlardan “radyoaktiflik saati”denilen usul ile, yani pechblend filizinde simdi mevcut olan kursun ve uran maddelerinin miktarlari nisbeti bulunup, bu kadar kursunun simdiki uran ile bu kursuna tebeddul etmis (donusmus) bulunan uran miktarlarindan tesekkulu icin lazim olan zamani Uran I’in bozunma sabitine gore hesab ederek Erd kabugunun yasini, yani dunyanin omrunu 4,5 milyar sene olarak bulmaktadirlar. Bu bakimdan fen adamlarina gore gunumuzde en gecerli tahmin olarak dunyanin yasi, 4.500.000.000 yil olarak kabul edilmektedir.

Gunes sisteminin olusumu ve gelisimi konusunda cesitli gorusler (hipotez ve teoriler) ileri surulmustur. Bunlardan birinde, dunyanin ve diger gezegenlerle gunesin baslangicta kozmik bir toz bulutu seklinde bulundugu ileri surulmektedir. Bu gorusun savunucularina gore, bu toz bulutlarinin degisik zamanlarda bir araya gelmesiyle gezegenler ve gunes meydana gelmistir. Muhtemelen dunya, kendi radyoaktif isisinin etkisi altinda erimis bir sekilde, gunumuzdeki tabakali duruma gelmistir. Dis kabugun icindeki cekirdekte bulunan kisim, erimis durumunu hala korumaktadir. Meydana gelen degisiklikler sonucunda, zengin silisyumlu kabuk tabakasi ile agir metalleri ihtiva eden cekirdek kismi meydana gelmistir. Ortaya cikan bu kuvvetler arzda surekli olarak degisiklikler meydana getirmistir. Bazan deniz olan kisimlar dag sekline donusmustur. Bu degisikliklerden, daglarin ust kisimlarinda deniz hayvani fosillerinin bulunmasi ile buralarin bir zamanlar deniz oldugu neticesine varilabilir. Yer kabugunun tabakalanma seklinden hareketle en ust katin en son meydana gelen kat oldugu kabul edilerek, jeolojide “ust uste gelme” anlamini tasiyan “Superpozisyon kanunu” ortaya konuldu. Yapilan calismalardan her katin kendine has ozelliklere sahip fosilleri ihtiva ettigi tesbit edildi. Benzer fosilleri ihtiva eden karalar, ayni jeolojik zamanda meydana gelmis tabakalar olarak kabul edildi.

Hutton’un Dunya Teorisi

Jeolojik zamanlarla ilgili modern fikirlere en yakin olani Iskocyali Fizikci Hutton (1726-1797) tarafindan ileri surulmus, jeolojik degismelerin peryodik olarak devamli oldugu kabul edilmistir.

Hutton’un incelemelerinden kayaclarin atmosfer tesiri ile yavas yavas eridigi ve sularla tasinarak deniz yataklarinda yeni kara katmanlari meydana getirdigi anlasildi. Kat kalinligi arttikca basincla ve isiyla bu katlar icinde yeni minareller ve yapilar hasil oldugu ileri suruldu. Neticede yeniden granit ve kayaclar meydana gelerek, yeni peryod baslangicina gelindigi soylenmistir. Hutton, inceleme yaptigi Iskocya Arran Adasinda bazi granit parcalarinin tortu kayaclardan daha genc oldugunu tesbit etmistir.

Hutton ayni zamanda degisik katlardaki kayaclarin birbiri ile baglantisi olmadigini da buldu. Deniz yataklarinda biriken tortularda eski ve yeni kara materyalinin karisik yer almasi, dunya kabugunun hareketi ile zamanla daha yasli kayaclarin genc kayaclar uzerinde yer aldiginin anlasilmasi, dunya kabuk katmanlarinin jeolojik sirasinin tesbitinin ne kadar zor oldugunu meydana cikardi.

Jeolojik zaman sirasinin bulunmasinda jeolojistler bazi ipuclarindan harekete baslarlar. Bunlardan biri tortular uzerinde ruzgar, su dalgasi ve akintilarin meydana getirdigi izlerdir. Tortular icine gomulen hayvan organ parcalarinin bir kisminin hala yumusak, bir kisminin ise sertlesmis olmasi yuzeyde ne oldugunu anlatabilir.

Jeolojik Zaman Siralama Tablosu

Yerkurenin tarihi, kultelerin tabakalasma durumlari, yaslari ve ihtiva ettikleri fosillerin ozellikleri dikkate alinarak dort buyuk jeolojik zamana ayrilmistir. Bunlar asagidan yukariya dogru: 1. zaman, 2. zaman, 3. zaman ve 4. zamandir. Bu dort zaman; yer kabugunu teskil eden ilk fosilli tabakalardan gunumuze kadar gecen zaman peryodunu kapsar. Bu dort zamandan baska bir de bu zaman yerlerine temel vazifesi goren yer kabugunun gercek fosil ihtiva etmeyen en eski tabakalarin tesekkul ettigi donem olarak kabul edilen zaman vardir ki, bu ilk zamana “Azoik” veya “Anterkambrian” adi verilir. Bu duruma gore yerkuremizin tarihi bes buyuk zamana, her jeolojik zaman da kendi icinde devirlere, devrelere ve caglara bolunur. Gunumuz jeolojistlerinin bir cogu 1. zamandan onceki ilk zaman donemini, “Proterozoik” ve “Arkeozoik” olmak uzere iki zaman birimine ayirirlar. Bunlara gore de dunyanin jeolojik tarihi alti zamana ayrilir. Superpozisyon kanunu ve kayaclarda bulunan fosillerden yer kabugu katlarinin olus sirasi tesbit edilmesiyle, jeolojik zaman siralamasi bir tablo haline getirilmistir. Bu yondeki calismalar ilk jeolojik zamanin hic fosil ihtiva etmeyen Arkeozoik zaman oldugunu ortaya koymustur. Ilk fosil Proterozoik zamanla baslar.

Fosil tasiyan tabakalarin radyoaktif saat metoduyla incelenmesinden, yeryuzunde iki milyar yil oncesine kadar hayatin bulunmadigi ortaya cikarilmistir. Hayatin ilk izleri en fazla iki milyar yasindadir. Ilk gercek fosiller kuzey Amerika’da Superior Golu kiyisinda Prekambriyen devrine ait 2 milyar yil yasindaki Guntflint kayaclarinda bulunan Guntflint bitki fosilleridir. Bu fosiller mavi-yesil alg ve bakterilerden meydana gelmisti.

Jeolojik zamanlar, bazi ozelliklerine gore isimlendirilmislerdir. 1. zamana eski hayvanlar zamani anlaminda “Paleozoik”, 2. zamana orta hayvnlar zamani anlaminda “Mesozoik”, 3. zamana yeni hayvanlar zamani anlaminda “Neozoik” ve 4. zamana da insani ihtiva eden zaman anlaminda “Antropozoik” zaman adi verilmistir.

Fare Beynine Insan Hucresi

>Fare ceninlerinin beynine siringa edilen insan kok hucreleri, normal sekilde calisan beyin hucreleri olarak gelisti. Beyinlerine 100 bin insan cenini kok hucresi yerlestirilen 14 gunluk fare ceninleri, beyinlerinde binde bir oraninda insan hucresiyle dunyaya geldi. Bu insan noronlarinin, nakil isleminden 18 ay sonra da normal elektriksel faaliyete sahip oldugu belirlendi. Calisma, parkinson gibi beyin hastaliklarinin tedavisi icin onemli bir adim olarak kabul ediliyor. Farelerin genetik haritasi insanla yuzde 97.5 oraninda benziyor.

Aptal Kusun Iskeleti Tamam

>Madagaskar`in dogusundaki Mauritus Adasi`nda bir seker kamisi plantasyonunda bulduklari kemikleri birlestiren bilim adamlari, dodo kusunun tam bir iskeletini olusturduklarini mujdeledi. Boylece 17. yuzyilda yok olan dodonun iskeleti sir olmaktan cikti. Britanya`nin Oxford kentinde muzede tutulan ici doldurulmus son dodo, 1755`te cikan yanginda tahrip olmus, geriye sadece birkac kemik ve cizimler kalmisti. Dodolar, 1500`de insansiz Mauritus Adasi`na ayak basan Portekizli ve Hollandali denizcilerce `kesfedildi`. Cok iri olduklari icin ucamayan ve adada dogal dusmanlari olmadigi icin insanlardan da korkmayan bu kuslar o kadar kolay avlaniyorlardi ki, onlara Portekizce `aptal` anlamina gelen `dodo` adi verildi. Etinin berbat olmasi bile dodolarin insanla karsilasmasindan 163 yil sonra tarihe karismasini onleyemedi.

ABD’de Sera Gazi Salimi Artti

>ABD’de atmosferde sera etkisine yol acan gazlarin salimi gecen yil yuzde 2 oraninda artti. ABD Enerji Bakanligi’ndan yapilan aciklamaya gore, atmosfere salinan ve sera etkisine yol acan karbondioksit, metan ve nitro-oksit gazlarinin toplami 2003’te 6.98 milyon ton iken 2004’te 7.12 milyon ton oldu. 1990 yilina gore yuzde 16 artis gosteren sera etkisine yol acan gaz salimi, yillik yuzde 1.1 artti. ABD’de araclarin egzozlarindan ve elektrik santralleri ile diger sanayi kuruluslarinin dogalgaz ve komur yakmasiyla bacalarindan cikan karbondioksit gazi, sera etkisine yol acan gazlarin yuzde 80’ini (5.87milyon ton) olusturuyor. Amerikan Enerji Bakanligi, buna karsin, atmosferin isinmasina yol acan sera gazi saliminin yuzde 2 artmasinin, 2004’te ekonominin yuzde 4.2 buyumesinden cok dusuk oldugunu bildirdi. Amerikan Enerji Bakanligi’nin bu konudaki istatistikleri, Montreal’da onceki hafta yapilan ve ABD ile Cin’in, 2012’de suresi dolacak Kyoto sozlesmesinden sonra gaz salimina zorlayici kisitlamalargetirilmesi yonunde muzakerelere katilmayi reddetmesinin ardindan yayinlamasi dikkat cekici bulundu.

Kutup Ayilari Icin Tehlike Canlari

>Bilim adamlari yaptiklari bir aciklamada, kuresel isinmanin kutup ayilarinin yasam savasi uzerinde dogrudan bir tehdit olusturdugunu belirterek uyarida bulundu. Birlesmis Milletler’e gore ise ortalama kuresel sicaklik degerleri artarak Kuzey Kutbu buzullarini eritiyor ve kutup ayilarinin dogal yasam alanlarini daraltiyor. Kuresel isinmadan en cok etkilenen hayvanlar Kuzey Kutbu’nda bulunuyor ve uzmanlara gore bu hayvanlar arasinda durumdan en cok etkilenen tur ise kutup ayilari. Uzmanlar bunun en buyuk nedeni olarak, kutup ayilarinin hayatta kalmalarini saglayan avlanma ve ureme sureclerinin tumunu gerceklestirebilmeleri icin buzlara ihtiyac duymalarini gosteriyor. Cevreci gruplar ise, tekrar ureme icin gerekli minimum agirliga sahip disi kutup ayilarinin sayisinin gunden gune arttigina dikkat cekiyor. Kyoto Protokolu’ndeki tutumu yuzunden elestirilen ABD ise uc cevreci grup tarafindan dava edilmekle yuz yuze bulunuyor. Cevreci gruplarin iddiasina gore, kuresel isinmada en buyuk paya sahip ulke olarak gorulen ABD, kutup ayilarinin olasi yok olmasinda onemli bir faktor teskil ediyor. ABD aleyhinde dava acan cevreci gruplar Center for Biological Diversity, Natural Resources Defense Council (NRDC) ve Greenpeace’den olusuyor. Cesitli arastirmalar, Kuzey Kutbu’ndaki buzullarin hizla eridigini ve sera gazlarinin saliminin 100 yil icerisinde kontrol altina alinamamasi durumunda Kuzey Kutbu’nu buzsuz yaz mevsimlerinin bekledigini gosteriyor.

Mamut'larin Olum Nedeni

>

Bilim insanlari, Buz Cagi’ndan sonra vahsi atlarin ve mamutlarin soylarinin tukenmesinin nedeninin insanlarin avlanmasi degil, kuresel isinma oldugunu one suruyor.Vahsi atlarin ve mamutlarin yok olmasinin sorumlulugu insanlarin olmayabilir. Yeni bir teze gore, bu turler kuresel isinmayla Buz Cagi’ndaki dogal dokunun degismesine ayak uyduramadilar. En onemli besin kaynagi olan otlaklarin ortadan kaybolmasi, bu hayvanlarin topluluklar halinde acliktan olmelerine neden oldu. University of Alaska profesoru Dale Guthrie, 600’den fazla fosili radyokarbon tarihleme yontemiyle yaptigi incelemede, mamutlarin ve vahsi atlarin insanlarin Bering Bogazi’ni asarak Amerika kitasina girmeden once yok olmaya baslamis oldugu fikrini ortaya atiyor.

Ilk insanlarin, 12 bin yil once Sibirya’dan Bering Bogazi’ni asarak Kuzey Amerika’ya ayak bastiklari varsayiliyor. Mamutlar ve vahsi atlarin da yaklasik olarak 11 bin 500 ila 12 bin 500 yil once yok olduklari dusunuldugunde, bu turlerin insanlarin asiri avlanmasina kurban gittigi fikrine ulasiliyordu. Uzmanlar, soylari tukenen eski memelilerin yerini bugunku modern turlerin aldigini dusunuyor.Arastirmada, Amerika kitasinin en kuzey bolgelerinden 9 ila 18 bin yillik bizon, antilop, vahsi geyik ve insan fosillerini incelendi. Yeni tezi ortaya koyan Guthrie, bizon ve vahsi geyik populasyonlarinin 12 bin yil oncesinde sanildigi gibi aclik yasamadigini, hatta daha fazla ureme sansi yakaladiklarini ifade ediyor. Halbuki fosiller bu turlerin insanlar tarafindan vahsi atlar veya mamutlara gore daha avlandigini gosteriyor. O halde vahsi geyiklerin ve bizonlarin tum zorluklara karsin hayatta kalmalari nasil aciklaniyor?



ASIRI AVLANMA OLASILIGI DUSUK

Guthrie’nin buna yaniti soyle: “Ilk insanlari bulabildikleri tum hayvanlari avliyordu, at eti ilk zamanlarda bizon etinden daha cok tercih edildigi icin bir sure atlara yonelmis olabilirler, ancak mamut veya atlarin insanlarca avlandigini gosteren fazla kanit yok. Oysa insanlarin yasadigi bolgeler bizon ve vahsi geyiklerin kalintilariyla dolu.”

BULASICI HASTALIK IHTIMALI YOK

Guthrie, mamut ve vahsi atlarin insanlar tarafindan soylari tukenecek kadar oldurulmus olamayacagini, bu hayvanlarin yok olmasinin bir baska nedeni oldugunu belirtiyor. Guthrie, ayrica fosil kalintilarin buyuk bir salgin hastaligin soylarin tukenmesine neden olmus olabilecegi tezini desteklemedigini ifade ediyor ve ekliyor; “Zira buyuk bir salgin hastalik turlerde ani bir yokolus olarak ortaya cikardi, ayrica vahsi geyik ve bizon gibi virusu bulasmasi muhtemel hayvanlar da boyle bir bulgu yok.”

ISI DEGISIMI OTLAKLARI DEGISTIRDI

Guthrie, Amerika kitasinin kuzeyinin 13 bin ila 11 bin yil oncesinde onemli bir iklimsel donusume sahne oldugunu vurguluyor; “Bu donemde hayvanlarin vucut boylarinin degistigini goruyoruz, isi degisimi oldugu biliyoruz ve tam bu sirada insanlar kitaya ayak basti. 13 bin yil once hayvanlarin besin degeri yetersiz kuru otlari yedigini dusunuyorum. Sonrasinda Alaska ve Yukon bolgesi isininca irmaklar sisti, otlar yeserdi; bizonlar ve vahsi geyikler daha iyi beslendi daha hizli urediler.”

BIZONLAR VE VAHSI ATLAR AYAKTA KALMAYI BASARDI

Bolgedeki iklim degisikligi otlak arazilerin yerini camlarin almasina neden oldu. Camlar cimlerin yerine gecince, hayvanlar icin uygun otlaklar ortadan kayboldu. Bu durum mamutlar, vahsi atlar, vahsi geyikler ve bizonlar icin de gecerliydi, ancak Guthrie, bizonlarin ve geyiklerin buna uyum sagladigini ve ayakta kalmayi basardigini vurguluyor; “Ilk insanlarin kitaya ayak basmasindan bin yil sonra dahi vahsi geyikler ve bizonlar yasamlarini surduruyordu.”

ASIRI AVLANMA HALA GECERLI BIR SAV

Dinozorlarin soyunun tukenmesi gibi, mamutlarin da yokolmasi bilim dunyasinda en cok tartisilan konulardan biri. Son calisma Amerika kitasinin kuzey bolumleri icin onemli ipuclari iceriyor olsa da, bircok bilim insani yeryuzunun diger bolgelerinde bu hayvanlarin soyunun insanlarin avlanmasindan dolayi tukendigini savunmaya devam ediyor. Yeni tezin kitanin guneyinde Texas, Arizona gibi bolgelerindeki tukenmeleri aciklayamadigi da dile getiriliyor. Bu nedenle kimi uzmanlar insanoglunun asiri avlanmasinin da mutlaka bir etken oldugu gorusunde.

Okyanuslarin En Derin Bolgelerinde

>Denizlerin derinliklerinde cok az arastirilan gizli dunyalar var.

Okyanuslardaki cukurlar 11km’den bile daha derin. Gunes isigi almayan bu bolgeler gece kadar karanliktir. Inanmasi zor ama insanlik deniz dipleri hakkinda uzayin derinliklerindeki yildizlar kadar bile bilgi sahibi degil. Neredeyse 40 yil once Ay’a cikan astronotlar, yakin bir gelecekte Mars’a gitmeye hazirlaniyor. Ama deniz diplerinde hala bizim bilmedigimiz dunyalar sakli. Deniz dipleriyle ilk arastirmalar 19.yy’da, baslamistir.

Amerikan olcum gemisi "Tuscarora", 1874 yilinda Japonya’nin kuzeydogusunda 8513m derinligindeki Kuril cukurlugunu bulmustu. Fakat Ingiliz biyolog Wyville Thompson’un kesfi cok daha ilgincti. Thompson 4600m derinlikte canlilar gormustu.

Oysa o zamanlar 750m derinlikten sonra ne bir bitkinin ne de bir hayvanin yasadigi bilinmiyordu. Boylece biyologun bu kesfi ilk planli bir deniz arastirmasina vesile oldu ve "Challenger" buharli korveti 21 Aralik 1872 yilinda uc bucuk yillik bir arastirma gezisine cikti.

354 Bolge

Bu zaman zarfinda derin deniz faunasi 354 farkli bolgede incelendi. Challenger’in arastirma raporu tam 32 kalin ciltten olusmakta. Bu kesif gezisinin sonuclari deniz akintilariyla ilgili ilk bilimsel bilgiler ve okyanuslarin derinliklerindeki yasamin kanitlariydi.

Challenger ekibi 23 Subat 1875 yilinda Mariane adalarinin kenarindan suyun derinligini olctu: 8164m G dunyanin en derin noktasi olan Mariane cukuru bulunmustu ! Cunku Sovyetlerin "Vitjas" arastirma gemisiyle 1957 yilinda yapilan olcumlerle, ayni bolgede 11.034m’lik bir derinlik olctu ki son uydu destekli olcum yontemleriyle bu bolgenin, dunya denizlerindeki en derin nokta oldugu kanitlanabilmistir.

Yirminci yuzyilin ortalarinda Atlantik’te 8648m derinlikteki Puerto Rico cukurlugu bulundu. Fakat okyanuslardaki ortalama derinlik 3000-4000m arasindadir.

Dunyanin en derin noktasina dalmak, Ay yolculuguyla karsilastirilabilecek kadar eski bir insanlik hayaliydi. Isvicreli fizikci Auguste Piccard 1953 yilinda bu amacta ozel bir dalgic araci gelistirdi. Ve bir yil sonra Trieste ile birlikte 4000m derinlige indi.

Ay Yolculugu Gibi

Trieste’nin gelistirilmesinde Piccard’in ogul Jacques de calismisti. Jacques 23 Ocak 1960 yilinda Amerikali deniz tegmeni Don Walsh ile birlikte Mariane cukuruna daldi. 11.000m’yi asan bu dalma rekorunu o zamandan bu yana hic kimse yenileyemedi.

Bu kadar derinlige dalmak pek kolay degildir. Cunku belli bir derinlikten sonra insanlar ancak geliskin teknolojilerin yardimiyla dalabiliyorlar. Derinlere dalarken ortaya cikan en buyuk sorun elbette basinctir. Mesela 10.000m derinlikte, santimetrekare basina 1000kg’lik basinc etkir. Deniz diplerine ulasmak iste bu nedenle neredeyse Ay’a gitmek kadar zordur.

Amazon’dan Bir ‘Belcika’ Yok Oldu

>Amazon ormanlarinda agac tahribi son 10 yilin rekor duzeyine ulasti. Belcika’nin yuzolcumu kadar dogal orman yok edildi.

Brezilya hukumetinin rakamlarina gore, 2004’te 26 bin kilometre kare dogal yagmur ormani kesilerek yok edildi. Bu rakam, Belcika kadar bir alana denk dusuyor. Uydu fotograflari kereste sanayi, endustriyel soya tariminin dunyanin akcigerlerine verdigi zarari ortaya koyuyor.

Brezilya’nin yuzolcumunun yarisini kaplayan Amazon ormanlari 4.2 milyon kilometre kare bir alana yayiliyor. Yagmur ormanlari Dunya ekolojisi icin buyuk onem tasiyor. Ormandaki milyarlarca agac, atmosferdeki karbon dioksidi emerek oksijen saliyor. Cevreci gruplar, Amazonlar’daki tahribatin ulastigi boyutlarin tehlike sinirini coktan astigi kanisinda. Greenpeace sozculeri, Brezilya hukumetinin Amazonlar’daki agac kesiminin onlenecegi sozune karsin, ortaya cikan sonucun bir fiyasko oldugunu belirtti.

Amazon ormanlari, Bati Avrupa’dan daha buyuk bir alana yayiliyor. Uzmanlarin iyimser tahminlerine gore, kerestecilik ve tarim arazisi acma gibi yikimlarla bu alanin yuzde 20’si coktan yok olmus durumda

Pasifik Hizla Asit Denizine Donusuyor

>Bilim insanlari, yapilan olcumlerde son 15 yillik sure zarfinda Pasifik Okyanusu’nun kuresel isinmaya bagli olarak normalin ustunde asitlendigini tespit etti.

Uzmanlar, Pasifik Okyanusu’ndaki anormal asitlenmeyi kuresel isinmayla atmosfere salinan karbon dioksidin denizler tarafindan emilmesine bagliyor. Yapilan arastirmalarda pH’ta 0.025 birimlik dusus tespit edildi. Asitlenmenin uc okyanusta da birden gorulmesi, kuresel isinmanin dolayli tehlikelerine dikkati cekiyor.

Dunya denizleri, petrol, komur ve dogal gaz kokenli enerji kaynaklarinin yakilmasiyla atmosfere salinan karbon dioksidin yaklasik yuzde 30’unu emiyor. Bilim insanlari, karbon dioksid deposu haline gelen denizlerin gelecek binyilda kuresel CO2’nin yuzde 90’ini emecegini tahmin ediyor.

Karbon dioksid oraninin artmasi ise, denizlerdeki dogal yasamin tehlikeye girmesi demek. Once kucuk canlilarin soyunun tukenmesi, besin zincirinde daha ustteki canlilarin yemsiz kalmasina neden olacak.

Mikroskopik canlilar ve yosunlarin besin zincirinden silinecek kadar soylarinin tukenmesi, okyanuslardaki biyocesitliligi olumsuz etkileyecek. Bilim insanlarina gore, insanoglunun vurdumduymaz sekilde cevreyi kirletmesi ve atmosferi karbon diokside bogmasinin sonuclari dolayli olarak kendini gosterecek.

Topraga Rengini Karbon Veriyor

>Uzaydan bakildiginda Dunya mavi gozukuyor. Ancak yeryuzunden topragin gercek rengi kahverengi. Bilim insanlari topragin rengini nasil kazandigini arastirdi.


Yapilan arastirmalara gore, topraga rengini veren yesil yaprakli bitkilerin binlerce yilda olusturdugu karbon katmani. Bitkiler olup de buzulduklerinde yapraklari burusup yere dusuyor. Bu yapraklar, bitkinin yasam suresi boyunca biriktirdigi karbonu depolayan organlar.

Topraktaki milyonlarca mikroskopik canli, bu olu yapraklari ozel salgiladiklari bir enzimle parcaliyor. Bu sekilde mikroskopik canlilar karbonun topraga karismasina vesile oluyor. Karbonun da bir kismini yiyen mikroskopik canlilar, olunce yedikleri karbon da topraga karisiyor. Gerek mikroskopik canlilarin cikardigi, gerekse yapraklarin topraga gomulmesiyle karbon zamanla birikiyor.

KARBON KAHVERENGI YAPAR
Mikroskopik canlilardan geriye kalan maddeler binyillarca boyunca birikiyor. Karbon, Gunes isinlarindaki renkleri emerek karsiliginda kahverengini yansitiyor. Biriken karbon zengini bu tortu topraga kahverengilik veriyor.

Buna karsilik, coller sari, demir zengini topraklar kiremit kirmizi. Dunyanin her bolgesinde toprak ayni renkte degil. Bunun nedenini ise arastirmayi yapan University of California-Irvine ekologlarindan Dr. Steven Allison soyle yanitliyor: “Bir toprakta yeterince karbon biriktirmezse, farkli kendi minerallerine gore renklerde belirebilir.”

Otucu Kus Grameri

>

Yeni arastirmalara gore, insani hayvanlardan ayiran ozelliklerden biri olarak gorulen temel gramer cogu otucu kusa da ogretilebiliyor. ABD'deki California Universitesi'nde yapilan arastirmaya gore sigirciklar, duzenli kus otusu 'cumlelerini', bir hukum ya da baska bir cumle iceren kus otuslerinden ayirabiliyor. Universitede psikoloji uzmani olan Tim Gentner, yemek odulu vererek kuslarin kendi kus dillerindeki en temel grameri tanimalarini gormek icin 15 bin egitim calismasi yaptirdi. Fakat bu kadar uzun calismalar sonucunda Gentner'in kesfettigi sey, dilbilimi ve dilbilimcilerin bildiklerini kokten etkileyecek turden.



Gramer insana ozguydu

Bir yandan bircok hayvan kukruyor, aniriyor, otuyor ya da bazilari sadece gurultu yapiyorken, dilbilimciler yillardir, dil becerisinin ilkokul ogretmenlerimize ve temel gramere dayandigini tartisti.Arastirmalar, aciklayici hukumler iceren cumlelerin sadece insanlarin tanimlayabilecegi, hayvanlarin ise asla beceremmeyecegi turden yapilar oldugunu resmediyordu.

Tamarin maymunlari ogrenemedi

Iki yil once bir arastirma grubu, cok kucuk bir tur olan tamarin maymunlarinin ifade yetenegi kazanmalari uzerine calisma yapti ama basarisizliga ugradi.Sonuclar, dilbilimci Noam Chomsky'nin tekrarlanan gramerin sadece insanlara ozgu oldugu yonundeki teorisini destekliyordu ve dil kazanimini kolaylastirma yontemleri bulmak icin anahtar oldu.

Saskina cevirdiler

Fakat egitimden sonra, Gentner'in 11 kusundan dokuzu, bir hukum iceren otusleri kaynana ziriltisi gurultulerden yuzde 90 isabetle ayirabildi. Diger ikisi ise basarisiz gramere devam etti. Arastirmasini degerlendiren Dr. Gentner, "bu kadar iyi yapabildiklerini gormek bizi saskina cevirdi. Su kesin ki, bu isi gercekten basarabiliyorlar" dedi.

Egitim asamasi

Gentner kuslari duvardaki uc dugmeyi kullanarak egitti. Kus bir dugmeyi gagaladiginda, farkli sekillerde kus otusleri duyuyordu. Gentner bunlardan bazilarina belirli bir hukum yerlestirmis, bazilarini ise bos birakmisti.Eger otus ayni sekilde devam ediyorsa, kusun ayni dugmeyi bir daha gagalamasi ongoruluyordu. Ancak farkli bir sekilde devam ederse, hicbir sey yapmayacakti. Kus, sarkinin devamini dogru bilirse yemek veriliyordu.

Hazirliksiz yakalandi

Gentner, sigirciklarin ogrenmedeki basarilarina o kadar hazirliksizdi ki, sigirciklarin cevap olarak sakidigi cumleleri kaydetme geregi bile duymadi: "Belki de o otusleri tekrarlayarak cevap veriyorlardi."Gentner, egitimli sigirciklarin gramer becerilerini gormek icin biri 2 yasinda diger dokuz aylik olan ogullariyla karsilastirdi ve arada benzerlik olmadigini gordu.

Meslekdaslarindan ovgu

Yine California Universitesi'nden profesor Jeffrey Elman da deneylerin, dil ve hayvan idrakinin, bilim adamlarinin daha once dusundugunden cok daha komplike oldugunu ve insani hayvandan ayiran tek bir ozellik bulunmadigini gosterdigini soyledi.Tamarin maymunlari arastirmasini yoneten Harvard Universitesi'nden Marc Hauser da, calismanin onemli oldugunu ve 'planli olarak yerlestirdigimiz bazi bilissel kaynaklarin diger hayvanlarla da paylasilabildigini' gosterdigini belirtti.Fakat profesor Hauser'a gore calisma, 2002'de Noam Chomsky ile birlikte yazdiklari makalenin aksini ispatlamiyor. Sigirciklar temel grameri kavriyor ama dil yetenegi icin gerekli olan anlambilimi edinemiyor.

Gregor Samsa da egitilebilir

Marc Hauser, Tim Gentner'in calismasinin kendisine, tamarin maymunlarini tekrarlanan grameri icgudusel olarak tanimalarina zorlamak yerine onlari egitmesi gerektigini gosterdigini soyledi.Hauser, "belki de sigirciklar sanilandan daha zeki sesleticilerdir ve insan olmayan primatlardan daha iyi kavrayisa sahip olabilirler. Ve belki maymunlar da Kafka'nin 'Donusum' romaninin kahramani Gregor Samsa gibi egitilebilir" dedi.

CO2 Emisyonu %15 Artti

>

Dunya Bankasi'nin arastirmasina gore 1992-2002 yillari arasinda dunyada karbondioksit emisyonu yuzde 15 artti. Dunya Bankasi tarafindan yayimlanan '2006 Kucuk Yesil Cevre Kitabi'nda belirtilen veriler, karbondioksit (CO2) emisyonlarinin 2002 yilinda 24 milyar tona yukseldigini gosteriyor. Bu, 1992'ye gore yuzde 15'lik artis anlamina geliyor. Karbondioksit emisyonlarinda en buyuk artis Cin ve Hindistan gibi kalkinma yolundaki ulkelerde goruldu. Havayi en fazla kirleten ikinci ulke olan Cin'de 1992-2002 arasinda CO2 emisyonu yuzde 33, Hindistan'da ise yuzde 57 artti.



Artis surecek

Dunya Bankasi'na gore karbonsdioksit emisyonlarindaki artis egilimi ekonomik buyumeye paralel sekilde daha da yukselecek. Ayrica ABD basta olmak uzere zengin ulkeler karbondioksit kirliliginin bas sorumlusu olmaya devam ediyor. Bu ulkeler kirliligin yuzde 24'unden sorumlu. Avrupa bolgesi ulkelerinin kirlenmedeki sorumlulugu ise yuzde 10 duzeyinde. Zengin ulkeler, dunyada uretilen enerjinin yaridan fazlasini tuketiyor.

2 milyar kisi tehdit altinda

Atmosferin isinmasina yol acan CO2 emisyonu, sadece 2000-2002 arasinda yuzde 2.5 artti. Bu artisin ucte ikisine alt ve orta gelire sahip ulkeler yol acti. Kitaba gore, petrol fiyatlarinin yukselmesi elektrik uretiminin baslica maddesi komurun daha fazla tuketilmesine yol acacak, bu da karbondioksit emisyonunu daha da artiracak. Ayrica komur kullanilmasiyla ortaya cikan duman, basta bebekler ve cocuklar olmak uzere en az 2 milyar kisinin sagligini tehdit ediyor.

Kuresel Isinma Akdeniz’e Sel Getirecek

>Kuresel isinmanin Avrupa’daki etkilerini arastiran bilim insanlari, Kuzey Avrupa’nin karlar altinda kalacagini, Akdeniz Havzasi’nin ise sel baskinlarina maruz kalacagini ongoruyor. Kuresel isinmanin bu yuzyilin sonlarinda yaratacagi iklim degisikliklerini arastiran uzmanlar, yagmur rejimi, sicakliklar ve diger iklim faktorleriyle bir modelleme olusturuldu. Akdeniz Havzasi’nda yaz aylarinda genel bir kuraklik yasanacak, ancak yaz aylarinda zamansiz yagmurlar cogalacak. Avrupa’nin kuzeyinde ise kar yagisi artacak, sicakliklar bugune gore dusus gosterecek. Kuzey Amerika’nin dogu kiyilari da benzer sekilde soguyacak, kar yagisi siklasacak. Arastirmanin tam metni Geophysical Research Letters dergisinde yayimlandi.

Kuresel Isinma Akdeniz’e Sel Getirecek

>Kuresel isinmanin Avrupa’daki etkilerini arastiran bilim insanlari, Kuzey Avrupa’nin karlar altinda kalacagini, Akdeniz Havzasi’nin ise sel baskinlarina maruz kalacagini ongoruyor. Kuresel isinmanin bu yuzyilin sonlarinda yaratacagi iklim degisikliklerini arastiran uzmanlar, yagmur rejimi, sicakliklar ve diger iklim faktorleriyle bir modelleme olusturuldu. Akdeniz Havzasi’nda yaz aylarinda genel bir kuraklik yasanacak, ancak yaz aylarinda zamansiz yagmurlar cogalacak. Avrupa’nin kuzeyinde ise kar yagisi artacak, sicakliklar bugune gore dusus gosterecek. Kuzey Amerika’nin dogu kiyilari da benzer sekilde soguyacak, kar yagisi siklasacak. Arastirmanin tam metni Geophysical Research Letters dergisinde yayimlandi.

Katrina'dan Daha Beteri Gelecek

>New Orleans ve daha yuzlerce sahil bolgesi, kuresel isinma sonucu yukselen sularin altinda kalacak. Iste size iklim konusunda dunyanin son hali! ABD’nin uc eyaletinde bu hafta icinde buyuk zarara, mal ve can kaybina yol acan, kentleri sular altinda birakan Katrina kasirgasi, dunyanin gelecegi ile ilgili soru isaretlerini ve insanin doga karsisindaki caresizligini yeniden gundeme getirdi. Louisiana, Mississippi ve Alabama eyaletlerini saatte 233 kilometre hizla vuran kasirga, dogrudan kuresel isinmayla iliski kurulmasa bile, kuresel isinma yuzunden dunyayi bekleyen cevre terorunun bir sembolu olarak goruluyor. Isin ilginci, kasirganin tahribatinin yasandigi New Orleans kenti ve civari, kuresel isinmanin dramatik sonuclarindan biri olan buzullarin erimesi ile gelecekte ilk sular altinda kalacak yerlesim yerleri. Yani bu bolge hem kasirgalarin hem de kuresel isinmanin hedefleri arasinda. Dunya kasirganin sonuclariyla ugrasirken, New Scientist bilim dergisi de son sayisinda kapaga ‘Dunya buzullarina ne oluyor?’ sorusunu tasidi. Evet belki buzullar insanin yasam alanlarinin uzaginda, ancak hizla erimelerinin yol acacagi felaketler inanilmaz derecede buyuk.



BUZULLARIN 79’U ERIYOR

Merkezi Zurih’te bulunan Dunya Buzullari Gozlem Merkezi’ne gore gozlem altindaki 88 buzuldan yalnizca 4’u buyume isaretleri gosterirken, 79’u eriyor. Bilim insanlarina gore suphesiz kuresel isinma her seyi izah etmiyor. Dunya genelinde bircok dag buzulu, 19. yuzyildan itibaren, yani kuresel isinmaya belirgin bicimde insan katkisi olmaksizin, gozle gorulur sekilde erimeye basladi. Ornegin Orta Afrika’da Kenya Dagi, 1900 yilindan beri 18 buzulunu yitirdi. Uganda ve Kongo arasindaki Rwenzorii Daglari’nin tepesindeki buz ortusu de yok oldu. Hint Okyanusu’nun bulundugu alanda Yeni Gine’deki West Meren buzulu, 1990’larin sonunda tamamen eridi. Kilimanjaro Dagi’nin zirvezindeki buzullar 11 bin yildan beri orada ama onumuzdeki 30-40 yil icinde gozle gorulur bicimde eriyecekler. Peru’nun en buyuk daglarindan biri olan Tropikal And’larda ise El Nino’nun yogunlugu ve siddeti yuzunden isi surekli olarak artiyor. El Nino’daki bu degisikliklerin ne kadari kuresel isinmaya ne kadari dogal iklim dalgalanmalarina bagli h�l� soru isareti.

ERIME UZUN ZAMANDIR VAR

Avrupa Cevre Ajansi’ni verilerine gore, Alp Buzullari 19. yuzyilin ortalarindan 20. yuzyilin ortalarina kadar gecen surecte yogunluklarinin neredeyse yarisini kaybettiler. Avrupa’nin en buyuk buzulu Izlanda’daki Breidamerkurjokull buzulu gectigimiz yuzyilda ciddi bicimde azaldi. Patagonya’daki buz bolgeleri 1880’lerde erimeye basladi. Hollanda’da Utrecht Universitesi’nden Hans Oerlesmans’in, dunyadaki en buyuk 169 buzul uzerine yaptigi arastirmalarin kayitlari 1600 yilina kadar iniyor. Bu yil Science dergisinde yayimlanan arastirma, 19. yuzyilin ilk yarisinda buzullarin en yuksek seviyesine ulastigini, ancak akabinde erime surecinin icine girildigini ortaya koyuyor. Tum bunlar, kuresel isinmanin insan eliyle tetiklendigini iddia etmek icin henuz cok erken oldugunu gosteriyor. Iklimbilimciler, 14-19. yuzyil arasinda dunyanin nispeten daha soguk bir iklim donemi gecirdigini ve 19. yuzyildaki kuresel isinmanin bu donemin sona ermesi ile aciklanamayacagini savunuyorlar. Peki daglarin zirvelerindeki buzullar yok oldugunda ne olacak? Kisa vadedeki etki, sel afetleri riskinin artmasi olacak. Buzlarin cozulmesi ile daglardan asagi akacak sular, beraberinde kaya parcalarini kopararak surekleyecek. Eskiden buzullarin oldugu alanlarda buyuk goller olusacak. Ancak zemin oturmus bir zemin olmadigi icin, suyun daima dar vadilerden asagilara akma olasiligi var. Dolayisiyla sel felaketleri cok daha yogun yasanabilecek. Tabii eriyen buzlarin bir yere gitmesi gerek. Bu yuzden deniz seviyeleri de hizla yukselecek. Hukumetlerarasi Iklim Degisikligi Paneli’nin 2001 raporuna gore, 2100 yilina kadar deniz seviyesi 0.23 metre yukselecek. Buzullarin tam olarak erimesi halinde deniz yuzeyleri 80 metreye kadar yukselebilecek ve deniz kenarlarinda kurulu kentler ve yerlesim yerleri sular altinda kalacak. Uzun vadede ortaya cikacak sorun ise, su fazlaligi degil, aksine su kitligi olacak. Ozellikle yaz aylarinda Cin’den Kalifornia’ya pek cok bolgede nehirler kuruyacak. Yani bir donemin petrol ugruna yapilan savaslarinin yerini gelecekte su savaslarinin almasi buyuk bir olasilik.

KATRINA'NIN SICAK KULELERI

Son teknoloji erken uyari cihazlari ve uydularla basindan beri an be an izlenen Katrina Kasirgasi, buna ragmen insanin doga karsisindaki caresizliginin en acik sembollerinden biriydi. NASA’nin uydu goruntuleri, kasirga olusurken ‘sicak kule’ diye tabir edilen bulutlarin olustugunu ortaya koyuyor (en ustte). Incelemeler, soz konusu sicak kulelerin once isinarak hafifleyip yukselmesi, ardindan soguyup agirlasmasi sirasinda, kasirganin tam merkezinde ciddi bir enerjinin aciga ciktigini ortaya koyuyor. Bu enerji, sanki kompresorle guclendirilmis bir piston gorevi yaparak, kasirganin etkisini arttiriyor. Bilim dunyasi, kasirganin siddetlenmesine yol acan bu ‘sicak kuleleri’ simdi daha iyi incelemeye calisiyor. Hem NASA hem de Japon Uzay Ajansi tarafindan tespit edilen goruntuler, Katrina’da iki tane sicak kule olustugunu ortaya koyuyor. En yakin kule, gozle gorulur mesafeye 16 kilometre uzaklikta. Radar olcumleri, bu goruntulerin alinmasindan hemen sonra Katrina’nin siddetinin Safir-Simpson olcegine gore 4. kategoriye yukseldigini kaydediyor. Bu arada NASA’da arastirmaci olarak gorev yapan Marshall Schepherd’a gore, kasirganin siddetini onceden tahmin etmek simdilik mumkun degil.

Yaris Atlarinda Anahtar Ortalama Olmak

>Bilim atlari arastiriyor. Efsanevi Ingiliz yaris ati Eclipse uzerine calisan bilim adamlari, yaris atlarinin ortaya cikisinin sirrini cozdu. 18`inci yuzyil yaris ati Eclipse, doneminde efsane olarak nitelendiriliyordu ve yuzde 80 safkandi. Ama modern yaris atlarinin babasi olarak gorulen Eclipse`in bacaklari tam olarak ortalama bir atin bacaklariydi. Bu tespitin sahibi, Eclipse`in bacaklarindan birini yeniden insa ederek onu neyin birinci yaptigini arastiran Ingiltere`deki Kraliyet Veternier Okulu (RVC) arastirmacilari. Eclipse`in vucut sekli ve hareketleri, ona en iyi kosuyu saglayacak sekilde normal seviyede. RVC`den Dr. Alan Wilson, "bir yaris atinin ortalama olmasi iyidir" diyor: "Eclipse`in kemikleri, tam da bir yaris atinin olmasi gerektigi gibi." Tutulmayla geldi Eclipse, tam Ay tutulmasinin oldugu 1764 yilinda dogdu. Damizlik olarak emekliye ayirilmadan once ustuste 18 yaris kazandi. Genc yasta emekli oldu cunku kimse atini Eclipse`in karsisina cikarmak istemiyordu. Modern yaris atlarinin babasi sayilan Eclipse oldukten sonra uzerinde arastirmalar yapilmasi icin cesedi tesrih edildi ve iskeleti uzunca bir sure Newmarket`taki Ulusal Yaris Atlari Muzesi`nde sergilendi. Modern atlarla karsilastirma Dr. Wilson ve ogrencisi Renate Weller da Eclipse`in sirrini cozebilmek icin iskeletini kullandi. Eldeki resimleri de kullanan ikili, atin bacaklarindan birini yeniden yaratti ve gunumuz yaris atlariyla karsilastirdi. Daha sonra iskeletini analiz ederek atin hareketlerini modelleyebilecekleri bir bilgisayar programi gelistirdiler. Ve bacak morfolojisine ve sekline baktiklarinda Eclipse`in mukemmel bir sekilde ortalama oldugu sonucuna vardilar. Katkili yemler ise yaramiyor Arastirma sonunda elde edilen farkli bir bulgu ise tum vitaminli ve katkili besleme yontemlerine ragmen aradan gecen yuzlerce yilda sampiyon yaris atlarinin recetesinin degismedigiydi. Dr. Wilson, insanlarin yaris atlarinin goruntusu konusunda insanlarin algilayislarinin yillarla nasil degistiginin gorulmesi icin bir iskeletin bilgi deposu olarak kullanilmasinin buyuleyici oldugunu soyluyor. "Eski donemde yapilan atlarin resimlerine bakarsaniz gunumuz yaris atlarina benzemediklerini gorursunuz. Fakat burada degisen sey atlar degil bizim onlara bakis acimiz." Dr. Wilson`a gore eski resimler dogru bir degerlendirme olmayabilir, cunku genellikle at sahipleri etkilemek icin yapiliyorlardi ve atlar abartiliyordu. Ciger ve ruh gerekiyor Peki kemik yapisi ortalamaysa Eclipse`i bir sampiyon yapan sey neydi? Buyuk kalbi ve guclu cigerleri olabilir. Dr. Wilson, sampiyon atlarin ortak ozelligi olan `ruh` ve `kazanma istegi`ni de unutmamak gerektigini soyluyor. Daha ileri cevaplar, Eclipse`in DNA calismalari tamamlandiktan sonra ortaya cikabilir. Bilim adamlari ileride, genetik recetelerine bakabilmek icin hayvanlarin kemik, tirnak ve dislerinden DNA ornekleri alabilir. Ama at yarisi fanatikleri, o gun gelinceye kadar atlarin tartiya cikarilip agirliklarinin olculdugu eski yontemlere guvenebilirler. Arastirmanin ortaya cikardigi ilginc bir sonuc ise bazi bahiscilerin bir ata sadece bakarak sampiyon olup olamayacagini anlayabilmelerinin gercek oldugu.

Ucak Degil Dinozor

>Bilim adamlari, ucan dinozorlarin sanildigindan 2 kat daha buyuk oldugunu ortaya cikardi. Ingiltere'nin Portsmouth Universitesi bilim adamlari, Israil'deki kazilarda cikarilan kemik parcalari ve Meksika'da bulunan ayak izlerine gore, ucan dinozorlarin sanildigindan 2 kat buyuk oldugunu acikladilar. Kanat acikliklari 20 metre Uzmanlar, bir ucan dinozor turu olan 'Pterosaur'larin kanat acikliklarinin yaklasik 20 metre oldugunu, ele gecirilen doku orneklerinin de bu canlilarin oldukca gelismis bir yapida oldugunu ispatladigini kaydettiler.

Hidroelektrik Enerji

>Hidroelektrik santrallarin (HES) (su kuvveti tesislerin) urettigi elektrik enerjisi. Esas prensip, suyun potansiyel enerjisini once mekanik, sonra elektrik enerjisine cevirmektir. Tabi� veya sun'� olarak mevcut belli bir seviyedeki su, daha dusuk seviyedeki turbinlere iletilir. Turbin carklarina buyuk bir hizla carpan su, turbin milini dondurur ve dolayisiyla jeneratoru calistirir.

Ortalama olarak, duny�daki elektrik enerjisinin 1/6'si HES tarafindan uretilmektedir. Norvec ve Isvec'de kullanilan elektrigin tamami HES ile elde edilmektedir. 1972 yilina gore, kisi basina elektrik enerjisi tuketimi, Norvec'te 13200, Isvec'te 6400 kwh/yil olmustur. Bu ulkeler isinmayi bile elektrikle yapmaktadir. Ayni yila gore, Turkiye'de 450, ABD'de 5800, Sovyet Rusya'da 2200, Japonya'da 1900, Italya'da 1600 ve Hindistan'da 100 kwh/yil x nufus olmustur. Turkiye'nin mevcut enerji uretimi, 1990 yilinda 17.9 milyar kilovatsaattir. H�len ulkemizde insaatlari suren 15 yeni hidroelektrik santrallari dev�m etmektedir (1992). Bunlarin tam�minin 1993 yilinin sonuna kadar bitirilmesi planlanmistir. Bu zaman Turkiye'nin hidroelektrik enerji uretimi 35 milyar kilovatsaat'a cikacagi hesap edilmektedir.

Ulkemizin hidroelektrik enerji uretim potansiyeli, 100 milyar kilovatsaat oldugu tahmin edilmektedir. Buna gore HES tarafindan uretilen enerji, mevcut potansiyelin 1/10'i civ�rinda olmaktadir. Ayrica, 12 buyuk projeden ib�ret Guneydogu Anadolu Projesi (GAP) tamamlaninca cok sayida hidroelektrik santrallari ile yilda toplam 22 milyar kilovatsaatlik enerji uretimi yaninda 18 milyon donumluk ar�zi sulamasi da gerceklesecektir. GAP Turkiye'nin en buyuk ve cok yonlu bir gelisme projesidir.

Hidroelektrik santraller (HES): Hidroelektrik santraller, teknik, su yapilari, kurulu guc, topografik ve dusus yuksekliklerine gore siniflandirilabilir. Daha yaygin olarak, dusus yuksekliklerine gore olani kullanilmaktadir. 25 m'den kucuk olan HES alcak basincli, 25-100 m arasindakiler orta basincli, 100 m'den buyuk olanlar yuksek basinclidir.

Alcak basincli hidroelektrik santraller, daha ziy�de bir akarsu uzerine ins� edilmis hareketli baglamada yapilir. Medcezir (gelgit) olaylarindan faydalanilarak yapilan HES'ler de alcak basinclidir. Tek hazneli veya cift hazneli yapilabilir. Tabi� veya sun'� bir koy hazne vaz�fesini gorebilir. Koyun denizle olan irtibat ekseni uzerinde kapaklar ve santraller vardir. Tek yonlu olabildigi gibi iki yonlu de olabilir. Y�ni hem med durumunda koya dogru, hem de cezir durumunda denize dogru suyun hareketi santrallerden gecirilebilir. Fransa'daki Rance gelgit tesisinin yapimi 25 yil surmus ve santral tam�men otomatik olarak ve yalniz bir kisi ile isletilebilmektedir. Tesisteki turbinler iki yonlu olarak calismakta ve 13,5 m seviye farki ile yilda 544 milyon kilovatsaatlik enerji uretilmektedir. Boyle tesisler 1000 MW civ�rindaki guclerde ekonomik olabilir. Kanada'da Fundy Korfezinde ve Ingiltere'de Severn Nehri agzinda bu tip tesis calismalari vardir.

Orta basincli tesisler, daha ziy�de baraj govdesinde ins� edilirler. Govdeye yerlestirilen basincli borularla baraj golundeki su, turbinlere iletilir. Yurdumuzda kurulan Karakaya ve Ataturk Barajlarinda orta basincli sistem vardir. Barajlarin govdelerine kurulan bu sistemlerle yilda Karaka Barajindan 7,5, Ataturk Barajinin hemen etegine kurulan ayni sistemle 8,1 milyar kilovatsaat enerji uretilecektir. Karakaya'nin kurulu gucu 1800 MW, Ataturk'un 2400 MW'dir. Ataturk hidroelektrik santrali, kurulu guc bakimindan duny�da 17. siradadir.

Yuksek basincli tesislerde baraj haznesinin uygun bir yerinden alinan su, acik kanal, serbest yuzeyli veya basincli galeri ile yukleme odasi veya denge bacasina kadar getirilir. Su iletim tesisinin egimi azdir. Buna mukabil uzunlugu kilometrelerce olabilir. Emniyet tesisi de denen yukleme odasi veya denge bacasindan alinan su, egimi daha buyuk fakat uzunlugu az olan bir veya daha fazla sayidaki birbirine paralel basincli (cebr�) borularla santral bin�sindaki turbinlere iletilir. Santral bin�sindan cikan su, tekrar akarsuya verilir.

Alcak basincli ve yuksek basincli HES'lerde suyun alinip iletim tesisi ile turbinlere iletilmesinden dolayi bunlara cevirmeli tesisler de denir. Alcak basincli ve orta basincli HES'ler, dogrudan dogruya kabartma yapimi uzerinde oldugundan boyle tesislere cevirmesiz tesisler de denir. Bunlarin yanisira bir de depresiyon tesisleri vardir. Bunlar genellikle, col iklimi olan yerlerde yapilir. Depresiyon tesislerine en guzel ornek, Misir'daki Kattara tesisidir. Akdeniz'den alinan su, saniyede 600 m3 su ileten bir tunelle yaklasik 80 km otedeki Kattara cukuruna goturulmektedir. Bu cukur deniz seviyesinden 135 m daha asagidadir. Cukurda 75 m derinlikteki su seviyesi sabit tutulmaktadir. Deniz seviyesinden 60 m asagida kalan cukurdaki su seviyesinde meydana gelen gol alani 12.000 km2dir. Yilda 19 milyar metrekup su, tabi� olarak buharlasip (-60 m) seviyeli su s�bit kalmaktadir. Boylece santral 60 m'lik dusus altinda calismaktadir. Santral yeraltinda olup turbin, pompa olarak da hizmet gormektedir. Deniz seviyesinden 215 m yukseklikte 50 milyon metrekupluk bir hazneye su pompalanarak, ihtiyacin cok oldugu saatlerde kullanilmaktadir. Bu sekilde suyun, ihtiyac olmadigi zamanlarda daha yukarlardaki hazneye pompalanip, ihtiyac durumlarinda bu hazneden santrale su alinarak enerji uretimi yapan bu tesislere pompajli tesisler denilmektedir.

Suyun alindigi yerdeki su seviyesi ile santrala verildigi yerdeki su seviyesi arasindaki dusus yuksekligi, surekli ve tabi� kayiplarla azalir. Boylece hesaplanan net dusus yuksekligi H (m) ile, isletme debisi Q (m3/sn) yardimiyla, santralden elde edilecek guc N (KW) turbin, jenerator ve transformatorun ortalama randiman katsayilarinin da gozonune alinmasi sonucu elde edilmis olan asagidaki formulle bulunur:

N = 8 QH

N guc degeri, santralin isletmede bulundugu sure t (saat) ile carpilirsa gozonune alinan surede elde edilecek toplam elektrik enerjisi E (KWh=kilovatsaat) olarak bulunur. En cok kullanilan birimler soyledir:

Buhar beygiri1 BB = 0,736 KW
Kilovat1 KW=1000 W
Megavat1 MW=1000 KW=106W
Gigavat1 GW=1000 MW=106KW=109W

Yer Teleskoplarinin 40 Yili Kaldi Nedeni...

>Bilim insanlari yer teleskoplarinin hava kirliliginden dolayi 40 yil sonra yeryuzunden gozlem yapamaz duruma gelecegini ongoruyor.


Cambridge Astronomi Enstitusu bilim insanlarindan Dr. Gilmore, yer teleskoplarinin kuresel isinma nedeniyle kullanilamaz hale gelecegini savunuyor. Dr. Gilmore’a gore bu sureci etkileyen iki faktor var; hava kirliligi ve ucaklarin biraktigi duman.

Bu iki faktorun yarattigi kirliligin atmosferi 40 yila kadar butunuyle kaplayacagini tahmin eden Dr. Gilmore, durumu soyle ifade ediyor: “Secim bizim, ya ucaktan ya da astronomiden vazgececegiz, yoksa 40 yil gibi yakin bir surede yerden uzayi goremeyecegiz”.

AMATOR TELESKOPLAR GOREMEYECEK
Denizlerdeki buharlasmayi artiran kuresel isinmayla, atmosferde biriken su buhari da teleskoplarin bakisini bulandiriyor. Bilimsel teleskoplarin bulundugu noktalarda ucaklarin ucus rotalarinin degistirilmesi dusunulebilir, ancak bu yontem de amator gozlemcilerin sorununu cozmeyecek.

Atmosferdeki degisimle optik ve kizilotesi teleskoplar rafa kalkacak, buna astronomi meraklilarinin evlerinde kullandigi amator teleskoplar da dahil. Sadece radyo teleskoplari calismaya devam edecek.

UCAKLARIN DUMANI YOK OLMUYOR
Ucaklarin arkalarinda biraktigi duman normal sartlarda ufak bir olumsuzluk sayimasina karsin, bazi hava kosullarinda yayilarak gokyuzunu kapliyor ve bir bulut gibi gorusu kapiyor.

Ucak dumanlari havada buz partikulleri oldugunda olusuyor, havanin kuru olmasi halinde duman gozukmuyor. Ucaklarin biraktigi duman, gokyuzunde iki gun kadar kalabiliyor, troposfer tabakasindaki hava akimlari bu duman partikullerini baska bolgelere de tasiyabiliyor. Dr. Gilmore, Kanarya Adalari, Havai, Guney Amerika gibi halen bilimsel teleskoplarin bulundugu yerlerin, ayni zamanda gelecekte hava trafiginin artacagi tatil bolgeleri oldugunun altini ciziyor.

Uydu fotograflarinda ucaklarin biraktigi dumanin etkisi gozlemlenebiliyor.


AVRUPA’NIN DEV TELESKOBU
Soz konusu arastirma, Avrupa universitelerinin ortak yuruttugu Extremely Large Telescope (ELT) projesi kapsaminda yapildi. ELT Dunya’ya benzer gezegenleri ve evrendeki sonuk nesneleri inceleyecek. Capi 30 ila 60 metre buyuklugunde tasarlanan ELT’nin yeryuzundeki en berrak gokyuzune sahip Antarktika’ya kurulmasi ongoruluyor.

Bitkilerle Ilgili Ilginc Bilgiler

>Kaliforniya cam agaci olarakta bilinen dev sekoya (Sequoia gigantea) agaci oldukca hizli buyumektedir. "General Sherman" adi verilen en iri sekoya agaci yaklasik 84 metre uzunlugunda, 32 metre capindadir. Bu dev agaclarin yaklasik omurleri 1000 ile 3000 yil arasinda degismektedir. Sert ve nemli topraklarda, tam olarak gunesi goren tarafta yetisirler. Fakat bu dev agacin cicek acabilmesi 175-200 yili bulabilmektedir. Dunyada olgunlasmasini bu kadar uzun surede tamamlayan baska bir bitki yoktur.

Okyanuslarin derinliklerindeki bitki ortusu, tum dunyadaki yesilligin yaklasik % 85'ini olusturmaktadir.

Mese agaclari elli yasina gelene kadar palamut vermezler.

Her 100 graminda 167 kalori ile avokado en yuksek enerji veren meyvedir.

Simsekler bitkilerin canli kalmasini saglar. Simsekteki yogun enerji sayesinde havada bulunan nitrojen, oksijenle birleserek, suda cozunebilir nitrojen oksitleri olusturur ve olusan nitrojen oksitler yagmurla birlikte topraga duser. Bitkilerin hayatta kalmak icin nitratlara ihtiyaci oldugundan dolayi, simsekler olmadan bitkiler hayatta kalamaz.

Bambu 24 saatlik bir surec icinde yaklasik 1 m uzayabilir.

Bitkilerin 600 kadar cesidi etcildir. Bunlarin cogu bocek yer, fakat kurbaga ve kus yiyenler de vardir. Buyuk alisveris merkezlerinin insaatlarindan, ciftliklerden ve diger insan kaynakli zararlardan oturu, ABD'de yetisen etcil bitkilerin yaklasik % 90'lik bir kesimi yok olmustur.
Dunyamizda en yaygin olarak yetistirilen bitki olan bugday Antartika haricindeki tum kitalarda yetismektedir.

Kutup Ayilari ve Su Aygirlari Tehlikede

>Dunyayi Koruma Birligi, kutup ayilari ile su aygirlarini, nesli yok olma riski tasiyan hayvanlar listesine dahil etti. Dunyayi Koruma Birligi (The World Conservation Union - IUCN), 16 binden fazla hayvan ve bitki turunun yok olma riski tasidigi listeye, iklim degisikligi, yasadisi avlanma ve diger tehditler sonucunda kutup ayilari ve su aygirlarini da dahil etti. Dunyayi Koruma Birligi`nin, nesli tukenmekte olan 530 turu daha dahil ettigi Kirmizi Liste`de yer alan ve yok olma riski tasiyan canlilarin buyuk kismi Brezilya, Cin, Avustralya ve Meksika`da bulunuyor. Birligin uyeleri arasinda 81 hukumetin yanisira, 850`den fazla bagimsiz cevre orgutu ve 10 bin kadar bilim adami bulunuyor. Yemek bulamiyorlar Giderek zayiflayan hatta bogulmaya baslayan kutup ayilari, iklim degisikligi ve kuresel isinmanin cevre uzerindeki olumsuz etkilerine sadece kucuk bir ornek. Kutup ayilarinin ana beslenme kaynagi foklar. Foklari koklayarak bulan ve sessizce avina yaklasip su altindan cikmasini bekleyen kutup ayilari, kirilan buz parcalari yuzunden artik bu ana beslenme kaynagina guclukle ulasiyor. Ayilar, yemek umidiyle kirilan bir buz kutlesine ulasabilmek icin bazen 100 kilometre yuzmek zorunda kaliyor. Bu kadar uzun mesafeyi yuzmekte zorlandiklari icin de bogularak oluyorlar. Uzmanlar, kuresel isinmanin dogal hayat uzerinde buna benzer pek cok soruna yol actigini belirterek, nesli tukenmek uzere olan hayvanlara dikkat cekiyor.

Kuresel Isinmanin Son Kurbanlari

>Hollandali bilim adamlarinin yaptigi arastirma, kuresel isinma nedeniyle bazi gocmen kuslarin neslinin tehdit altinda oldugunu ortaya koydu. 1987-2003 yillari arasinda kara sinekkapan kuslarinin (Ficedula hypoleuca) gocunu izleyen bilim adamlari, kuresel isinma nedeniyle bu kuslarin ana besini olan tirtillarin normalde bolca bulundugu donemin uzadigini, ancak kuslarin ureme doneminin buna ayak uyduramadigini saptadi. Besin bulamiyorlar Bilim adamlari, bu nedenle yavru kuslarin hayatlarini surdurebilecek duzeyde besin bulamadiklari sonucuna ulasti. Nature (Doga) dergisinde yarin yayimlanacak arastirmanin basyazari Hollanda`daki Cevrebilim Enstitusu`nden Christian Both, kisi Afrika`nin Sahara Alti bolgesinde geciren kara sinekkapan kuslarinin yuzde 90`inin "en uygun beslenme doneminde" goc ettiklerini, tirtillarin en yuksek oranda bulundugu yilin baska bir doneminde bu kuslarin sadece yuzde 10`unun bolgede oldugunu soyledi. Gocmen kuslar tehlikede Kara sinekkapan kuslarinin yumurtlama donemlerini neden degistiremediklerini ve neden degisiklige uyum saglayamadiklarini anlamaya calisan bilim adamlari, kis aylarinin ilik gecmesine ragmen kuslarin yilin hep ayni doneminde goc ettikleri sonucuna vardi. Bilim adamlari simdi, cok sayida gocmen kusun ayni sorunlarla karsilasabileceginden endise ediyor.

Ozon Tabakasindan Iyi Haberler Var

>Arastirmacilar, kimyasallarin kullaniminin azalmasina bagli olarak, dunyanin koruyucu ozon tabakasindaki incelmenin duzelme isaretleri sergiledigini, ancak 1980 oncesi duzeyine ulasmasinin olanakli olmadigini kaydetti. Colorado Universitesi’nden Betsy Weatherhead, yaptigi aciklamada, sogutma gerecleri ve spreylerde kullanilmak uzere uretilen kloroflorokarbonlarin (CFC) neden oldugu ozon tabakasindaki incelmede duzelme isaretleri goruldugunu belirterek, atmosferdeki klor duzeyininazalmasina ozon tabakasinin yanit verdigine iliskin guvenlerinin olustugunu kaydetti. Weatherhead, bu iyilesmede Montreal Protokolu’nunetkisi olduguna inandiklarini da belirtti. Ozon tabakasinin incelmesine neden olan kimyasallarin yasaklandigiMontreal Protokolu (1987) bugune kadar 180 ulke tarafindan onaylandi. Gunesin ultraviyole isinlarinin zararli etkilerinin cogunu tutan ozon tabakasindaki incelme, insanlarda deri kanseri riskini artiriyor,bagisiklik sistemine zarar veriyor ve gorme sorunlarina yol aciyor. Nature dergisinde de yayinlanan ozon tabakasina iliskin son bulgularin, uydulardan, yer istasyonlarindan ve 14 model calismadan cikan bilgilerden elde edildigi kaydedildi.

Pleistosen Parki’nin Ilk Sakinleri Koruma Altinda

>

Pleistosen Parki’nin Ilk Sakinleri Koruma Altinda


Bilim adamlari Sibirya’da soylari tehdit altinda bulunan hayvanlara ev sahipligi yapacak bir Pleistosen Parki icin haril haril calisiyorlar. Amac buz devrine ozgu bir ekosistem yaratmak. Simdilik 50 hektarlik bir alanda en buyuk ve en agir geyik turunden birkac ornek ve yabani Yakutya atlari kosusturuyor.



Milyonlarca bizon bir zamanlar Fransa’dan, Bering bogazi uzerinden Kanada’ya ve Buz Denizi’nden Kuzey Cin’e kadar yayilmisti. Dunya tarihinin birbiriyle iliskili en buyuk ekosistemi yuz bin yillar boyu dunyaya hakimdi. Fakat son buz devrinin sonlarinda sistem coktu, hayvan ve bitki dunyasi onemli bir degisim gecirdi.

Asagi yukari iki milyon yil once baslayan Pleistosen, yani buz devri, bundan 10.000 yil kadar once sona erdi. Kuzey Amerika ve Kuzey Avrupa’nin buyuk bir kismi kalin buz tabakasiyla ortuluydu, muazzam buzullar guneye dogru kayarken, ayni zamanda kurak ve tozlu bir step, kalin bir serit halinde Guney Avrupa’dan, o zamanlar henuz varolmayan Bering bogazi uzerinden Amerika kitasina kadar uzaniyordu.

Genis bir alana yayilmis olan otlaklar bizon, mamut, tuylu gergedan ve benzer hayvanlarin besin kaynagini olusturuyordu. Magara aslani ve kurt ise bu otcul hayvanlari avlayarak yasiyordu.

Nemli iklime gecis

Bilim adamlari kisa bir sure oncesine kadar, buz devrinden sonra nemli bir iklime gecildigini, ana bitki ortusu olarak da tundralarin gelismesiyle kurak savanlar ve bunlarla birlikte otcullarla beslenen hayvanlarin soyu tukenmisti.



Buz devri hayvanlarinin yok olusuyla ilgili tez boyleydi, ancak yeni arastirmalar farkli bir tablo ciziyor. Buz Denizi’ndeki Wrangler adasinda bundan 3000 yil oncesine kadar mamutlar yasiyordu.

Ve Misk okuzu, Yakutya atlari ve bizonlar gunumuze kadar sinirli bolgelerde yasamlarini surdurmuslerdi. O halde buyuk surulerin yok olusu yeni iklim kosullarina baglanamazdi.

Holosen doneminin baslangicinda hayvanlarin huzuru kacti, cunku kisa bir sure sonra degerli bir besin kaynaginin varligini kesfeden cok becerikli bir avci girmisti yasam alanlarina: Insan!

Insan yok ediyor

Bu buyuk hayvanlarin yok olusundan insanin sorumlu oldugunu tahmin eden ilk bilim adamlarindan biri, Amerikali paleoekolog Paul Martin idi.

Martin "Twilight of the Mammuts" adli kitabinda, son 50.000 yil icinde soylari tukenen hayvanlardan insanlarin sorumlu oldugunu one suruyor. Insanoglu Sibirya’yi kesfettigi zaman iklim de degisime ugramisti.

Bircok bolgede daha sicak ve nemli bir iklim hukum surmeye baslamis, cayirliklar azalip, bos kalan alanlarda caliliklar ve likenler yayilinca once mamutlar, tuylu gergedanlar ve mandalar, daha sonralari ise atlar, Yak ve Misk okuzleri, aslanlar ve testere disli kaplanlar tukenmisti.

Buz devrinin mega faunasindan gunumuze geriye sadece Kuzeydogu Sibirya’nin batakliklasan veya calilikli bolgelerinde Rengeyigi ve cok iri boynuzlu bir geyik turu (Alces alces) kalmisti.

Martin’in bu hizli yok olustan yola cikarak formule ettigi "Blitzkrieg" hipotezini kabul etmeyenler de var destekleyenler de.

Blitzkrieg hipotezi

Bu hipotezi kanitlamak isteyen Rus Bilimler Akademisi muduru Sergej Zimow, simdi Sibirya’nin kalbi sayilan Yakutya’da buz devrine ozgu ekosistemi yaratarak bir Pleistosen Parki kurmak icin kollari sivadi.

Bugun artik Saha Cumhuriyeti olan bolgede mega faunanin son temsilcileri, soylari tukenen akrabalarinin yasam alanlarinin iklim degisimi tarafindan calinmadigini gosterecekler.

Peki ama gercekten var olan iklim degisiminde neler olmustu ? Zimow, Holosen donemindeki erimenin hayvan soylarinin tukenmesindeki rolunu kabul etmiyor. Eger bu tez dogru olsaydi, mamutlar Holosen doneminin baslangicindan 7000 yil sonra bile okyanustaki Wrangell adasinda yasayamazdi.

Hatta kuzey Sibirya’daki mandalar, atlar ve Misk okuzleri de. Bu bolgede gunumuzde hukum suren iklim kosullari, Orta Avrupa’da buz devirlerinde hukum suren ve tum bu turleri barindiran iklim kosullarindan farkli degil.

Oyleyse kuzeydeki hayvan cennetinin yok olusundan iklim sorumlu olamazdi. Zimow’un gorusune gore cokus asiri avlanma ve cayirliklarin canlanisi ise otcul hayvanlar sayesinde gerceklesmisti.

Proje gerceklesiyor

Yakutya’da da bugun hala Pleistosen doneminin iklim kosullari hukum suruyor ve bu iklim de Zimow’un simdiden Kolima bolgesinde islemeye baslayan projesi icin cok uygun.

Kolima’nin ovalarinda 160 kilometrekarelik alanda Rengeyikleri, yabanilestirilmis atlar, Misk okuzleri, birkac kucuk hayvan, ayilar, kurtlar ve diger etciller dolasiyor.

Bunlardan bircogu hala avlanmakta, sayilari ve bitki ortusu uzerindeki etkileri henuz yetersiz ama bu durum yavas yavas degisecek. Zimow yaz gelmeden 1600 hektarlik alaninin etrafini citlemis olacak. Boylece burada 300 ila 400 etcil ve otcul hayvan yasayabilecek. Zimow’un hedefi Kanada’da yasayan ve soylari tehdit altinda olan orman bizonlarini ithal etmek.

Mamutlar nerede

Pleistosen Parki en sonunda 75.000 hektarlik bir alana yayilacak. Gunun birinde yabani atlar donmus topraklarda (Permafrost) dort nala kostuklarinda, kurtlar, ayilar ve cakallar da tay ve geyik avlayabilecekler. Daha sonralari ise parkta soyu tukenmis olan magara aslaninin en yakin akrabasi olan Sibirya kaplanlarinin bile yasanmasi bekleniyor.

Bu Pleistosen manzarasinda boylece geriye tek bir eksik kalacak: Gercek mamutlar. Ve bilim adamlari mamutlari yeniden yasatma konusunda o kadar umutsuz degiller aslinda. Genetik gunumuzde yasayan fillerin DNA malzemesinden, Pleistosen filleri yasatacak duruma gelince belki torunlarimiz Sibirya topraklarinda mamut denilen hayvanin nasil bir canli oldugunu yakindan gorebilme sansina kavusabilirler.

Lav Akar Gider...

>Magma, ozellikle icerdigi silisyuma gore kategorize ediliyor. Yanardagin magmatik bolmelerinden birindeki basinc, magmatik kalinti (kul ve lavla gazin sekil degistirmesi) uretmezse, tehlikeli patlamalara yol acip cevreye lav sacilmasina neden olabilir. Magma, uzaklasilmasina izin vererek yavasca ilerler.
Cevresindeki topraga ve kayganligina bagli olarak, magma, degisik sekillerde katilasir. Ornegin, halat seklinde olanlar ya da lavin katilasma asamasi sirasinda h�l� eriyen magmanin suruklemesi yuzunden ortaya cikan kivrimlar. Hawaiili'ler bu tip lavlara "pahoehoe" adini vermisler: yani "ustunde aci hissetmeden yuruyebileceginiz" anlaminda. Tam tersi, tasli ve kesici tiptekilere "aa" (kotu anlaminda) deniyor. Bogumcuklar (noduller) ise, suya bagli sogumanin sekilleri buzmesiyle olusuyor.



Hawai'deki bir puskurmeden sonra olusmus bir tur kaya. Su damlaciklari iceren okyanus ruzg�rlari, magmayi hemen sogutmus, deniz suyu ve tuzla renklenmis.

Yanardag inzivaya cekilirse, uzun sure faaliyete gecmemesiyle olusan tutenlerin (fumarola) cevresinden derinlere kadar inen su, daha sonra buhar olarak yukariya dogru yukselir. Bu yolla olusan karbondioksitten baska, tutenlerin agzinda kukurt yiginlari meydana gelir. Kukurt, saridan turuncuya dogru renk degistirerek billurlasir. Kukurtlu buhar, sadece fazla miktarda olustugunda zararli hale gelir.



Italya'daki Eolie, Etna, Vezuv gibi yanardaglardaki krater agizlarinda kukurt nedeniyle kirec tabakalari olusuyor


Lavin cevreye yogun bir sekilde yayilarak etkisini yavas yavas gosteren soguma asamasi sirasinda, ortaya sutun formunda bazalt kutleler cikmis. Mukemmel bir altigen olan bu formda, lav yigini buzulerek 120 derece aci yapacak sekilde kiriliyor. Lava bu sekli veren asamalarin sonuncusunda, magma ile magmayi olusturan elementler kayganlasiyor.



Izlanda'daki Krafla Yanardagi'nin cevresinde sicak su, topragin erimesine neden oluyor. Kukurtlu camur 100 dereceye kadar sicakliga ulasabiliyor. Curuk yumurtaya benzeyen kokusuyla disari cikan gaz, patlayan kabarciklar uretiyor. Benzer olgu, kraterlerin cokmesiyle olusan Campi Flegrei'deki (Italya) Pozzuoli bolgesinde de goruluyor.


Yellowstone'daki bu yanardag havuzunun yesil rengini olusturan etkenler, sadece sicak suda eriyen mineral elementlerle sinirli degil. Dunya henuz genc ve sicakken, jeotermal kaynaklari meydana getiren ve orijinalinden daha degisik haliyle ortaya cikan yosun ve termofil bakterilerin de katkisi bulunuyor. Yellowstone Parki, dunyadaki jeotermal olgularin en buyuk olusumuna ev sahipligi ediyor


Her yil 30 kilometrekup lav kutlesi yeni topraklarin olusumuna yol aciyor. Yanardaglarin tahrip etme ozelliklerinin yaninda, bazen yapici etkileri de goruluyor. Bu olaganustu yapici etkileri, ozellikle puskurmeyle meydana gelen lav kutlelerinde goruluyor: halat benzeri yapilar, kukurtlu freskler, kilise orglarina benzeyen kayaliklar, tuneller, lavdan heykeller... Bununla birlikte, ekilip bicilebilen yeni topraklarin ureticisi de olabiliyor.
Yanardaglar, kitasal tabakalar birbirlerinden ayrildigi zaman ortaya cikiyor. Bazen de, surtunmeden dolayi kara parcalarindan biri digerine baski yaparak, dunyanin soguk ve yasanabilir bolgesi olan litosferin altindaki astenosferin magmasini yukselttiginde olusuyor. Ya da Hawaii Adasi'nin olusumundaki gibi magmatik yukselmelerin yasandigi, gezegenin sicak bolgelerinde ortaya cikiyor.



Bu tip adalar, karalarin yavas hareketleriyle yer degistiriyor. Boylelikle sicak bolgeden en uzakta konumlanani, ayni zamanda en yasli ada oluyor. Hawaii gibi Izlanda da olusumunu, puskurtulen magma sayesinde gelisen yeni topraklara borclu. Benzer sekilde, buyuk cogunlugu deniz altindaki bir kirilmayla cikan lavlar, Amerika kitasini Avrasya'dan, magma denizinde yuzen sallar gibi birbirinden uzaklastiran yeni derinlikler yaratti. Sadece 10 metre genisliginde olan bu kirilma, Pingvellir'de (Izlanda) havadan izlenebilir. Japonya ve Endonezya'yi meydana getiren adalarla Filipinler, Papua Yeni Gine, Yeni Zelanda dusunuldugunde, volkanik patlamalarin, bugun ustunde milyonlarca insanin yasadigi topraklarin olusmasini sagladigi ortaya cikiyor.
Dunya ustunde bulunan en yuksek dagin, gercekte Everest oldugu soylenemez. Bu unvanin asil sahibi, Hawaii'de denizin altinda 4.500 metre derinlikten baslayip, deni-zin yuzeyinden 4.100 metre yukseklige kadar cikan ve denizin altinda 50'ye 100 km'lik bir temele sahip olan Mauna Loa Yanardagi.
Sili, Ekvator ve Meksika'da alti bin metre yukseklige sahip yanardaglar ortaya cikti. 20 Subat 1943'te Meksika'da ortaya cikan Paricatun'da oldugu gibi yukselmeleri hizli gelisti. 14 Kasim 1963 yilinda Atlantik'te Izlanda'nin karsisinda ortaya cikan ve bugun sadece bilim adamlarina acik olan Surtsey Adasi'ndaki gibi, yanardaglar bitki ve hayvanlarin yasam kosullarinin incelenebilecegi bakir topraklar meydana getiriyorlar. Diger taraftan lav kayalarinin hayali de bazen insanlari sasirtiyor. Sicilya Kanali'nda 1831'de ortaya cikip sadece alti ay gorunup yok olan Ferdinandea Adasi orneginde oldugu gibi.